📽️BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK “MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEK” İLE ÖZDEŞTİR. (1. BÖLÜM)

0

BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK “MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEK” İLE ÖZDEŞTİR

(1. BÖLÜM)

Boğaziçi’nin Coğrafyası ile Yerleşimlerin Kısa Tarihçesi

BOĞAZİÇİ’NİN GİZEMLİ FORMÜLÜ: “5K” 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması gerektiğine kesinlikle inandığımız Boğaziçi’nin daha fazla bozulmadan, “5K”sı (Köyleri, Koyları, Koruları, Kıyıları, Kültürleri) ile betimlediğimiz doğal ve kültürel bütünlüğünü yitirmeden, eşi benzeri bulunmayan varlıklarının yaşatılması konusunda yıllardır yoğun çaba sarf ediyoruz…

Öz olarak Boğaziçi’nin “5K”sı formülü ile tanımladığım

Boğaz’ın;

-Köylerini,

-Koylarını,

-Korularını,

-Kıyılarını,

-Kültürlerini

geçmişten geleceğe güvenle  taşıyabilmek amacıyla tüm İstanbul ve Boğaziçi Sevdâlıları olarak hepimizin âdeta büyük bir aile gibi bir araya gelmesi yaşamsal önem taşıyor. Boğaziçi’nin her iki yakasındaki kadîm semtlerin kentsel kimliğini ve belleğini canlı tutmaya çalışmamızın ancak ve ancak semt halklarının özellikle semtlerinin kültür-sanat etkinliklere olabildiğince geniş katılımları ve yakın dayanışmalarıyla mümkün olacağını çok iyi biliyoruz…

İstanbul Boğazı’nın, Boğaziçi SİT Alanı’nın eşsiz fakat az bilinen nice özelliklerini; barındırdığı nice doğa harikalarını; okyanuslara gidip gelen göçmen balık türlerinin, hava koridorundan gelip geçen çok çeşitli göçmen kuşların senede iki kez geçiş yaptığı, çok özel doğal dengeleri bulunan, hassas ekosistemleri barındıran bir su yolu olduğunu; efsânelerini ve gizemlerini; sularındaki alt – üst ve kanal akıntılarını; Boğaziçi yalılarını, köşklerini, bağ bahçe ve korularını; balıkçılık gelenek ve göreneklerini; kancabaş alamana tekneleriyle, çeşitli olta ve ağ takımlarıyla yapılan balıkçılığın sırlarını; deniz ve denizcilik kültürünü; Boğaz’ın eski vapurlarının, kaptanlarının, iskelelerinin öykülerini; vb. meraklı her yaştaki gençlerle paylaşıyoruz…

Haydi şimdi gözlerimizi ve gönüllerimizi açarak eşsiz Boğaziçi’nin engin mavilikleri ve yeşillikleri arasına hep birlikte, el ele, kol kola girelim…

BOĞAZİÇİ’NİN COĞRAFYASI

Değerli okurlarım, dostlarım, bu uzun yazı dizimde kimi bilgileri hatırlatma ya da bellek tazeleme amacıyla yaptığım/yapacağım yinelemeler nedeniyle lütfen beni bağışlayınız…

Bilindiği gibi, İstanbul Boğazı, ya da tarihî adıyla Bosporus (Yunanca: Βόσπορος, Romanize: Bosp oros (Öküz Geçidi)), Asya ile Avrupa kıtalarını birbirinden ayıran ve Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan bir boğaz ve uluslararası bir su yoludur.

Boğaz, genel olarak kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanır ve İstanbul şehrini Avrupa Yakası ve Anadolu (Asya) Yakası olarak ikiye böler.

Boğazın her iki yakasına yayılan yerleşim bölgesine Boğaziçi adı verilir.

1923’te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile uluslararası su yolu niteliği kazanan ve 1936 yılında imzalanan Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi ile tamamen Türkiye Cumhuriyeti’nin denetimine giren İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Türk Boğazları olarak adlandırılır ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirinden ayıran doğal sınırlardan biri olarak kabul edilir.1 Mayıs 1982 tarihinde yürürlüğe giren İstanbul Liman Tüzüğü uyarınca, İstanbul Boğazı’nın kuzey sınırı Anadolu Feneri’ni Rumeli Feneri’ne birleştiren hat; güney sınırı ise İnciburnu Feneri’ni Ahırkapı Feneri’ne birleştiren hat olarak belirlenmiştir.

Boğazın kıyıları tarih boyunca değişik uygarlıklara yurt olmuş, M.Ö. 685 yılında Megara’dan gelen Yunanların günümüzde Tarihî Yarımada olarak adlandırılan bölgede bir şehir devleti kurmasıyla gelişerek büyümüştür. İstanbul Boğazı ya da Boğaziçi kadîm İstanbul Şehrinin en değerli doğal varlığıdır. Roma İmparatorluğu’na, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’na, Latin İmparatorluğu’na ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan ve günümüzde Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul’un en başta gelen simgelerinden biridir ve gerek kentin, gerekse ülkenin yurt dışı tanıtımlarında baş ögelerden biri olarak kullanılmaktadır. Dünyada uluslararası deniz taşımacılığının yapılabildiği en dar geçit olma özelliğini taşıyan İstanbul Boğazı üzerinde 15 Temmuz Şehitler, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim asma köprüleri (sırasıyla 1., 2. ve 3. Boğaz Köprüleri) bulunur. Bu köprüler İstanbul’un iki yakasını birbirine bağladığı gibi, Avrupa kıtası ile Asya kıtası arasında da birer geçiş noktası yaratır. İstanbul’da toplu taşımanın kilit noktalarından biri olan Boğaz’da kıtalararası ulaşım, deniz otobüsleri, yük, araç ve yolcu taşıyan feribotlar, şehir hatları vapurları ve yolcu motorlarıyla da desteklenmektedir. Denizaltı raylı sistem tüp geçidi olan Marmaray Tüneli ile iki kıta arasında kesintisiz bir demiryolu hattı oluşmuş olup bu demiryolu tüp geçidi ile Londra’dan Pekin’e demir yolunu kullanarak gitmek mümkündür.

İstanbul Boğazı, Karadeniz’e kıyısı bulunan Bulgaristan, Gürcistan, Romanya ve Ukrayna için Akdeniz’e ulaşmanın tek yoludur. Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi ile birlikte İstanbul Boğazı’nın egemenlik hakları, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile belirli kurallar ışığında Türkiye’ye verilmiştir.

Boğaziçi’nde Ulaşımın Tarihçesi

Boğaziçi yerleşimlerinin tarihsel süreçte gelişimlerine bakıldığında, Osmanlı saray yaşamının Boğaziçi kıyılarına kaymasından itibaren, Boğaz hem mevsimlik sayfiye yeri, hem de yaz kış oturulan köy yerleşmeleri haline gelmiştir. Daha sonraki dönemlerde, ulaşım teknolojisindeki gelişmelere bağlı olarak Boğaz boyunca uzanan yerleşmeler tüm yıl boyunca oturulan konut alanlarına dönüşmüştür. Bu konut alanlarının gelişmesi ve Boğaz’ın iki yakasına yayılması sonucu hızla artan nüfusa bağlı olarak, halkın temel ihtiyaçlarından meydana gelen yerleşim alanları arası ulaşımın da önemi artmıştır.

Boğaziçi’nin her iki yakasında sahillerde tarih boyunca oluşan insan yerleşimlerine, yâni o kadîm Boğaz semtlerine biz Boğaziçi Medeniyeti deyimiyle “köy” diyeceğiz…Aslında onların arasında adlarında “köy” olanlar var: Arnavutköy, Boyacıköy, Yeniköy, Kefeliköy, Vaniköy, Çengelköy gibi…

Böylelikle Boğaziçi’nin gizemli formülü “5K”nın ilk “K”sını oluşturan o semtlerin kimi özelliklerini kuşbakışı olarak inceleyeceğiz…

KÖYLER

İstanbul, tarihi ve konumu ile eşsiz bir kent olarak biliniyor. Dünyada İstanbul gibi bir suyolu ile birbirinden ayrılan iki kıta üzerinde konumlanmış bir başka kent bulunmuyor. İstanbul Boğazı bir su kanalı olarak yalnızca Avrupa’yı Asya’dan ayırmıyor. Karadeniz’i Akdeniz’e bağlıyor ve suyun buluştuğu, birbirini tamamladığı özel bir mekân da sayılıyor. Boğaziçi, tarih boyunca doğudan batıya doğru yapılmış büyük göçlerin bir geçit yeri olarak stratejik önemde bulunuyor. Böylece de kıyı boyunca birçok küçük köy kuruluyor. İstanbul’da pek çok yerleşimin ismi “köy” olarak adlandırılsa da bunlar zaman içinde büyük yerleşimlere dönüşüyor.

Boğaziçi Yerleşimlerinin Tarihi

Boğaziçi, vaktiyle doğudan batıya doğru yapılmış büyük göçlerin bir geçit yeri olarak her dönem stratejik önemde bir bölge olmuştur. Böylece de kıyı boyunca birçok küçük köy kurulmuştur. Bizanslılar devrinde dini etkilerle başlayan bu kuruluşlar, sonraları Türklerin gelişiyle sayfiye gereksinimine cevap verecek şekilde gelişmeye başlamıştır. Tarihsel süreç içerisinde yerleşmelerin başka ihtiyaçlarına göre şekillenmeye devam etmiştir ve günümüzde de halen devam etmektedir.

Boğaziçi kıyıları, geçmişten günümüze çeşitli dönemlere ait yerleşmelere sahne olmuştur. Bu dönemler 4 gruba ayrılmaktadır:

Eski çağda Boğaziçi yerleşimi

Bizans döneminde Boğaziçi yerleşimi

Osmanlı döneminde Boğaziçi yerleşimi

Cumhuriyetten günümüze Boğaziçi yerleşimi

Eski Çağda Boğaziçi Yerleşimi

Boğaziçi’nde ilk uygarlıkların ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Buna karşılık Boğaziçi’nin çok yakınındaki Kadıköy’ün Kurbağalıdere Vadisi’nde yapılan kazılarda neolotik devre ilişkin yontma taş aletleri ve cam parçalarının bulunması bu bölgedeki ilk yaşam izlerinin M.Ö.2500 yıllarına kadar uzadığını göstermektedir. Buna karşılık Sarayburnu’nda tren yolu yapımındaki kazılarda bazı arkeolojik buluntulara da rastlanmıştır. Böylece Boğaziçi ve çevresindeki yaşamın tarih öncesi devirlere kadar uzandığı söylenebilir. Ancak bu eski devirler hakkındaki bilgiler son derece kısıtlıdır (Kaynak: Gökbilgin,1992 ; Eyice,1976; Yazıcıoğlu,1984).

Bilinen Bizans öncesi Boğaziçi görünümü toplu yerleşmeler şeklinde olmayıp su yoluyla ilişkili tek yapı ya da küçük yapı grupları şeklindedir. Bunlar halkın oturduğu yapılar olmayıp mabetler, adak yerleri, küçük barınak, balıkçı iskeleleri ve ikmal yerleri ile boğaz ağızlarında gümrük binaları şeklindedir. Örneğin bugünkü Tophane’de bir Apollon mabedi, Beşiktaş’ta Apollon korusu, Çırağan’da Rodoslu gemicilerin sığınak limanı, Ortaköy deresinde tarımla uğraşan bir küçük topluluk, Kuruçeşme’de Mete Theon kült yeri, Arnavutköy’de iki adak yeri, Bebek Koyu’nda küçük balıkçı topluluğu ve iskelesi, Rumelihisarı’nda bir Hermes tapınağı, İstinye’de bir sığınak limanı,

Büyükdere’de Hermes tapınağı, Rumeli Kavağı’nda Sarapis tapınağı ve daha ileride ise birkaç adak yeri ve gümrük yapıları, Anadolu Kavağı’nda Hieron ve Zeus tapınağı, İncirköy’de Bakhus mabedi, Üsküdar’da ise kale ile çevrilmiş ve Alcibiade’nin M.Ö.410’da gümrük almak amacıyla kurduğu bir liman ve yerleşim eski çağ Boğaziçi’nin küçük bilinen yerleşimlerinden belli başlılarıdır.

Sonuçta; Eski Çağ Boğaziçi yapı ve yerleşimlerini 4 grupta toplayabiliriz:

a) Bir iç deniz olan Karadeniz’in dışa açılımı ancak su yoluyla olmuştur. Ticaret ve gemicilikle uğraşan eski Yunanlılarla Fenikelilerin Karadeniz’deki kolonileriyle ilişkilerini sürdürmek için bu su yoluna egemen olmaları, Karadeniz’in zor ve korkulu bir deniz olması ve bu denize açılmadan önce bu su yolunda hazırlık yapmaları zorunluluğu ve gereğini duymuşlardır. Bu nedenle: * Normal geliş gidişlerde gereksinimlerin karşılanması amacıyla ikmal yerleri ve su başı yapıları,

Fırtınalı havalarda sığınak limanları ve iskeleleri,

Denizlerde felaketlerden korunulması ve uygun rüzgarın oluşması için tanrılara adak yerleri ve tapınaklar,

Bu su yolunda egemenlik kurmak ve geçiş hakkını elde tutmak amacıyla bugünkü Üsküdar ve Kavaklar’da kaleler, karakollar ve gümrük yapıları,

Balıkçılıkla uğraşan Bebek-Kanlıca gibi köylerde balıkçı iskele ve limanları ile küçük balıkçı topluluklarının oturdukları yapılar,

Denizle ilişkisi olmayan Ortaköy-Büyükdere gibi verimli vadi tabanında tarımla uğraşan içe dönük küçük Toplulukların tek katlı basit çiftçi evleri olarak ayrılabilir

(Kaynak: Gökbilgin,1992 ; Eyice,1976 ; Yazıcıoğlu, 1984).

Bizans Döneminde Boğaziçi Yerleşimi

Bizanslılar özellikle son dönemlerinde daima hücum ve kuşatma tehdidi altında yaşadıklarından şehir surlarının haricinde yerleşmeye korkmuşlardır. Bu yüzden (Osmanlı devrinde olduğu gibi) bütün halinde bir

Boğaziçi medeniyeti Bizans devrinde oluşmamıştır. Eski Yunan adak yerlerinde kiliseler inşa etmişler, birkaç tane de manastır yapmışlardı. Günümüzde Bizans devrinden kalan birkaç kiliseden, ayazmadan ve manastır harabelerinden başka iz olmadığı biliniyor.  Donanmaları ile korunabilecek bazı koylarda da imparatorluk yazlık sarayları vardı.

Bunların dışında Boğaziçi’nde yerleşen halk tarım veya balıkçılıkla geçinen köy halkı idi. Bundan dolayı Bizanslılar devrinden birkaç kiliseden, ayazmadan ve manastır harabelerinden başka iz kalmamıştır (Kaynak: Ağat,1963).

Bizans devrinde Boğaziçi’nin önemli bir geçit yeri olarak bir takım tarihi olaylara sahne olduğu bilinmekle beraber kıyılarındaki iskan yerlerinin tarihçeleri hakkında pek fazla bilgi edinmek mümkün olmamaktadır. (Şekil) Bizans devrinde de İlkçağda olduğu gibi Boğaziçi’nin iki konuda sağladığı olanaklardan faydalanılmıştır. Bunlardan birincisi balıkçılık, ikincisi de buradan geçmek zorunda olan her çeşit gemiden ve yüklerinden alınan gümrük ve geçiş harçlarıdır (Kaynak: Eyice, 1973).

Sonuçta; Bizans dönemi Boğaziçi yapı ve yerleşimleri 2 grupta toplanabilir: (Yazıcıoğlu, 1984)

a) Eski Çağ Boğaziçi yerleşmelerinin Bizans devrinde devam edenleri:

Küçük çiftçi evleri ile tarıma bağlı içe dönük yerleşmeler,

Balıkçı köyleri ile balıkçı barınak ve iskelelerinin oluşturduğu Büyükdere-Bebek gibi yerleşmeler,

Deniz yolu geçiş gereksinimlerini karşılayan Boyacıköy, İstinye, Yaros gibi gemici barınak ve konaklarının tesisleri,

Eski mabet ve adak yerlerini İstinye ve Tarabya’da olduğu gibi ya kilise, ayazma veya manastıra çevirip, ya da üzerine yeniden kurulan yerleşmeler, b) Bizans devrinde kurulan yerleşmeler:

İmparator ve saray ileri gelenlerinin yaptırdıkları saray, malikane, büyük konutlar, sayfiye ve dinlenme yerleri gibi bina ve yerleşimler,

Yeni kurulan kilise, manastır, ayazma gibi dini etkilerin oluşturduğu Arnavutköy-Kuzguncuk gibi bölgeler, * Kalelerdir.

Osmanlı Döneminde Boğaziçi Yerleşimi  Bizans İmparatorluğu döneminde Boğaziçi’nde halk tarafından gerçekleştirilen ilk küçük yerleşmeler ve ortaya konan kültürel uğraşlar (balıkçılık, tarım) Boğazın doğal peyzaj yapısında herhangi bir değişikliğe yol açmamış, o dönemlerde Boğaz’dan ve onun peyzajından yararlanılamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise vadi içlerinde ve taban düzlüklerinde küçük köy ve mahalleler halinde Boğaziçi’ne yerleşmeye başlamış olan Türkler, önceleri tarımsal kültür faaliyetlerinde bulunmuşlar ve giderek, kıyı yerleşmeleri, yalı mimarisi, rekreatif süreçleri ve doğal peyzaja katkıları ile “Boğaziçi Medeniyeti” olarak adlandırılan bir kültürün yaratıcıları olmuşlardır (Kaynak: Pamay, 1975)

İstanbul’un Türkler tarafından fethinden sonra Boğaziçi’nde, 15.yüzyılın ikinci yarısında, savunma amacı yanında dinlenme (rekreatif) amaçlı yerleşmeler de başlamıştır. Fetih sonrasında kent, yeniden imar ve iskan edilirken sur dışı alanlara da taşılmıştır.

Galata Surları yıktırılmış ve Anadolu Türklerinin bir kısmı buraya yerleştirilmiştir.

Fatih döneminde (1451-1481) Boğaziçi’nde Avrupa yakasında Salıpazarı, Fındıklı, Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı, Baltalimanı, Kefeliköy, Büyükdere yerleşim alanı olmuştur. Ortaköy’de Rum ve Yahudiler yerleşmiş, Kuruçeşme’de bir Türk mahallesi kurulmuş ve bir grup Rum azınlık da buraya yerleştirilmiştir. Arnavutköy’de ise daha önce var olan Rum köyüne Türkler gelip yerleşmişlerdir. Fatih, Bebek semtinde bir camii yaptırarak burayı bir Türk mahallesi haline getirmiştir. Rumelihisarı’nda kale içindeki yerleşme de, daha sonra kale dışına taşmıştır. Sonuç olarak; Boğaziçi’nde yerleşme düzenine ilk biçimini kazandıran Fatih Sultan Mehmet olmuştur (Kaynak: Çubuk, 1994).

Boğaz sahillerinde yerleşmenin hızlanması Kanunî döneminde (1520-1566) başlamıştır. Fatih’in kurduğu Tophane, Kanunî tarafından büyütülmüş, etrafına duvar çekilerek yeni kışlalar yaptırılmıştır. 16.yüzyıldan itibaren Boğaziçi’nde su yolu ulaşımı gelişmeye başlayınca, kayıklar ve peremeler artmış, özel iskeleler ve kayıkhaneler kurulmuştur. En yoğun yerleşim alanları Beşiktaş, Üsküdar, Yeniköy, Beykoz, Anadoluhisarı ve Rumelihisarı olmuştur. Padişah, saray ve devlet erkanı tarafından kısa süreli dinlenme (rekreatif) veya yazlık kullanışa sahip hasbahçeler, yalılar, köşk gibi kullanımlar Boğaziçi’nde yoğunlaşmıştır. Üsküdar ve Beşiktaş’ın ticari önemi artmış, ayrıca Beşiktaş donanmaların sefere çıkacağında toplandığı bir üs olarak ayrı bir önem kazanmıştır (Kaynak: Kuban, 1973).

17.yüzyılda İstanbul, Anadolu’dan gelen halkla dolunca, dar gelirli halk ve dış ticaret erbabı, kent dışında Eyüp ve Boğaziçi köylerine yönelmişlerdir. Bu gelişmeler, 18.yüzyıldaki Boğaziçi yerleşmesine bir hazırlık oluşturmuştur. Boğaziçi, giderek saray erkânı, devlet ricali ve halkın yerleşmeye başlamasıyla, imparatorluğun her gruptan halkının yaşamaya başladığı yer olmuştur ve 17.yüzyılda güçlü bir savunma organizasyonu olmadığı için de saldırılara maruz kalmıştır. Yeni yerleşmeler olarak Kilyos, Anadolu Feneri, Rumeli Feneri, Rumeli Kavağı, Garipçe köyleri kurulmuştur (Kaynak: Çubuk, 1994).

III. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa zamanında (1703-1730) İstanbul ve özellikle Boğaziçi’nde yeni bir imar düzenlemesine başlanmış, saraylar, köşkler ve yalılar onarılmış veya yıkılıp yerlerine yenileri yapılmıştır.

Batı uygarlığı teknikleri ile Türk geleneğini birleştirerek Boğaziçi yapılarının görünümlerine değişiklik getirilmiştir.

II. Mahmut dönemindeki(1808-1839) batılılaşma hareketleri sonucunda tüm Osmanlı saray yaşamı Boğaziçi kıyılarına kaymıştır. Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan, Yıldız Sarayları Boğaziçi kıyılarında yaptırılmıştır. Bu yüzyılda yapılar çoğalmış, küçük kıyı meydanları ve geniş çayırlar halkın birbirleri ile karşılaştığı mesire (gezinti ve piknik) yerleri olmuştur. Boğaziçi, yaz ve kış oturulan köy yerleşmeleri dışında, mevsimlik sayfiye yeri haline gelmiştir (Kaynak: Çubuk, 1994). (Şekil) Bu dönemde Boğaz ulaşımı da önem kazanmıştır.

Boğaziçi’nde buharlı gemilerin çalıştırılması önemli bir sosyo-ekonomik olay olmuş, Ruslar arkasından İngilizler, daha sonradan Türkler 1843’de Fevaid-i Osmaniye’yi kurarak yaz aylarında Boğaziçi’ne oldukça sık seferler yapmaya başlamışlardı. Arkasından 1851’de 6 adet vapurla kurulan Şirket-i Hayriye kısa sürede 12 vapurla bu görevi yüklenerek ilk defa 1855’te yaz-kış Üsküdar ve Beşiktaş’a düzenli vapur seferleri yapmaya başlamıştır (Kaynak: Şehsuvaroğlu, 1961).

Boğaziçi, bir sayfiye yeri ve rekreasyon alanı olarak önemini 19.yüzyıl boyunca da muhafaza etmiştir. Bu dönemin yeni dinamikleri ve özellikle ulaşım teknolojisindeki gelişmelere bağlı olarak Boğaz boyunca uzanan yerleşmeler giderek salt sayfiye yeri olmaktan çıkıp tüm yıl boyunca oturulan konut alanlarına dönüşmüştür.

Cumhuriyetten Günümüze Boğaziçi Yerleşimi  

Boğaziçi, İstanbul kent bütünü içinde etkin konumunu

Cumhuriyet öncesi dönemde kazanmış, ancak bu önem Cumhuriyet döneminde daha da artmıştır. İstanbul’un ticaret, sanayi ve kültür merkezi olarak 1950’lerden itibaren hızlı kentleşme sürecine girmesiyle Boğaziçi mekanı giderek daha yoğun biçimde etkileşmiştir. Boğaziçi her dönemde talep edilen bir sayfiye beldesi olmuştur.

Osmanlı döneminde yazlık konutlar, yalılar ve bunlara hizmet veren Boğaziçi köylerinin oluşturduğu, üst, orta ve alt gelir gruplarının yerleştiği bu mekanda,

Cumhuriyet döneminde olumsuz gelişmeler olmuş, yeni ve uyumsuz kullanımlar ortaya çıkmış, vadi tabanları ve dere kenarlarında sanayi yerleşmeleri yer almıştır.

1950’den itibaren de göçle gelenlerin oluşturduğu gecekondu nüfusu, Boğaziçi’nde yasadışı, standart altı gelişmeye ve çarpık yapılaşmalara yol açmıştır. Sonuçta Boğaziçi peyzajına uymayan ve pek çok yerde kontrol edilmeyen gelişmeler olmuştur (Kaynak: Çubuk, 1994).

Boğaz üzerinde biri 1973’te (I. Boğaziçi Köprüsü), diğeri 1988’de (II. Boğaziçi-Fatih Sultan Mehmet-Köprüsü) inşa edilen iki köprü hem şehrin kentsel formunu değiştirmiş, hem de çevrelerindeki arazi kullanımlarını olumsuz etkilemiştir.

Köprüler ve çevre yolu sistemleri, özel oto sahipliği oranının artışıyla da birleşerek şehrin sudan uzaklaşarak iç kesimlere, “kara”ya doğru büyümesine neden olmuştur. (Kaynak: Enlil ve diğerleri, 2001)

Hızlı kentleşmenin olumsuz etkilerinin çevrede iyice görülmesiyle birlikte, kapsamlı bir planlamaya ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. İlk çaba 1971 yılında “Koruma Planı” ile gelmiştir. Fakat bu plan alan ve kapsam olarak yalnızca kıyı şeridini ele almış ve sahil boyunda yer alan tarihi yalıları korumayı hedeflemiştir. 1973 tarihli, 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu’nun kabulünden sonra, Boğaziçi korunması gerekli “doğal ve tarihi sit alanı” ilan edilmiş ve çevresindeki korular, ormanlar, çayır ve meralar koruma altına alınmıştır. 1977’de Boğaziçi’nin kimliğinin sadece kıyı şeridi ile sınırlı olmadığını kavrayan ve onu bir bütün olarak ele alan yeni bir nazım planı hazırlanmıştır. 1977 planı ile planlama sınırları genişletilerek, bu kültürel peyzajı oluşturan alanlar; sahil şeridi, ön görünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgeleri olarak dört alt bölgeye ayrılmıştır. Alanı turizm, konut ve rekreasyonel kullanımlara ayıran plan, her alt bölge için farklı gelişme kuralları tanımlamıştır.

Ancak, bu dört alt bölgenin mekansal sınırlarının hangi kriterler doğrultusunda saptandığına hiçbir zaman açıklık getirilemediğinden, bu belirsizlik farklı çıkar grupları arasında yeni çatışmaların ortaya çıkmasına ve planın meşruiyetinin zedelenmesine yol açmıştır. (Kaynak: Enlil ve diğerleri, 2001)

Özet olarak, bütüncül bir planlama yaklaşımının yokluğu, hızlı kentleşme baskıları, altyapı yatırımları ve bu kültürel peyzajın tarihi ve doğal değerleri ile bağdaşmayan arazi kullanım kararları, Boğaziçi’nde çarpık bir kentsel gelişmeye neden olmuştur.

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 10 Eylül 2021

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here