‘İSTANBULLULAŞTIRMA’ YA DA ‘YAŞAYANLARIN HEMŞERİLEŞTİRİLMESi’

0

‘İSTANBULLULAŞTIRMA’ YA DA ‘YAŞAYANLARIN HEMŞERİLEŞTİRİLMESi’

Son yıllarda “İstanbullulaştırma” olgusunu işlerken hep aklıma İstanbul’un bir zamanlar gecekondularıyla göze çarpan bir ilçesinin belediye başkanının (sanırım Pendik) geçmişteki bir yerel seçim kampanyasında söylediği şu sözleri gelir:

“Biz ne kentliyiz ne de köylüyüz. Bizim amacımız İstanbul’u Anadolulaştırmak değil, buradaki insanları İstanbullulaştırmak. İşte bunun için kültür merkezlerimizi gecekondu bölgelerinin içine yaptık ki vatandaşımızı kentlileştirebilelim. Kentte insanlar bir kursa giderek ya da bir koroya katılarak bir takımın oyuncusu olurlar, birlikte eğlenerek sosyalleşirler. Bu olanakları sunmazsanız insanlar gittikleri kahvelerde köylerini yaşarlar…”

Bu ilçe belediye başkanının bu düşüncesinde yerden göğe kadar haklı olduğunu gördük…

Günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı sayın Ekrem İmamoğlu’nun örnek bir yaklaşımı var. Başkan bunu şu sözleriyle açıklıyor:

“İstanbul’u İstanbulluların sahiplenmesini öngören bir çaba.” Sanırım işin püf noktası da burası. 16 milyondan fazla insanın yaşadığı kentin ne yazık ki somut bir sahibi yok. Çünkü genel anlamda bu kentte yaşayanlar İstanbullulaşamadı. İnsanların çoğunluğu kendilerini geldikleri yere/yöreye göre tanımlıyorlar. Hemşeri derneklerine bakınca çarpıcı şekilde bunu görüyoruz. Ekrem Bey bu milyonların dini, kimliği, inancı ne olursa olsun kaynaşmasını, kardeşleşmesini istiyor. Çünkü bu, İstanbul’un nice karmaşık toplumsal ve ekonomik sorunlarının çözülebilmesi için atılacak öncelikli bir adımdır.

Önceki İBB başkanları bunu yapmadı ama İmamoğlu kent halkına ‘hemşerilerim’ diye sesleniyor. Bu aynı zamanda İstanbul’un doğasının rant için kullanılmasını önleyecek bir adımdır. Ekrem Bey’e moda deyimiyle ‘mega projeniz nedir’ diye soruyorlar. O da “mega projem işte budur” diyor. Yani hemşerileşme. Kanımca doğru tanımlanan bu proje İstanbul’da yaşayanların hemşerileştirilmesidir, Diğer bir ifadeyle, kent halkının İSTANBULLULAŞTIRILMASI’dır.

İnanıyorum ki bu amaca ulaşıldığında İstanbul’un eşsiz zenginlikteki doğal ve kültürel varlıklarının, değerlerinin siyasal ve maddesel rantlara kurban edilmesinin, yani kentsel rant dağıtım düzeneğinin önüne geçilebilir.

İstanbullulaşmak konusunu işlerken amacım İstanbullu olmayı dar kalıplara sıkıştırıp, uzunca süredir bu kentte yaşamalarına karşın kendilerini hâlâ geldikleri yörenin hemşerisi görüp bir türlü bu kadîm şehrin kentlisi olamayanları asla ötekileştirmek değil…Çünkü asıl hedefim İstanbul’da yaşayan tüm vatandaşlarımızı birleştirecek, kentin değerlerini onlara benimsetecek bir yol (haritası) tasarlayarak yetkili ve ilgililere önermek…

İşin aslına bakarsanız, yıllar boyunca sinesinde yaşayan kırsal kesim kökenli yurttaşların da içinde bulunmaktan övündüğü, onlara çok şey kattığına inandıkları bir kenttir İstanbul.

Elbette İstanbul her kesimden insan için bambaşka bir yer, bambaşka bir kültürdür. Dünyada yetmiş iki milletin bir arada yaşadığı şehir New York insana ne hissettiriyorsa İstanbul da benzer duyguları verir. Büyük bir mega kent (metropol) ve renkli bir kültür yumağıdır İstanbul. Sözcükler, sayfalar yetmez İstanbul’un güzelliklerini, doğal ve kültürel varlıklarını anlatmaya…

İçinden deniz hattâ okyanus geçen dünyadaki tek kenttir İstanbul…

Buna karşın İstanbul halkı henüz denizcileşememiştir.

Şairler şiirlerinde, yazarlar öykülerinde, romanlarında İstanbul’u, Boğaziçi’ni, Marmara ve Karadeniz’e açılan kıyılarını anlatırlar heyecanla, coşkuyla…Bir deniz kültürü vardır ki balıkçılığı, balık ve deniz ürünleri mutfağını, deniz sporlarını, kentiçi vapurlu ulaşımı kapsar…Ne yazık ki İstanbul halkı Mavi Vatan diye andığımız denizin kendilerine sunduğu bu nimetlerden, olanaklardan yeterince yararlanmaz. Örneğin Boğaziçi’nin kendilerine sunduğu doğal ve kültürel varlıkların değerini bilmez. Adetâ denize sırtını dönmüştür. En sağlıklı ve konforlu ulaşım biçimi olan vapurlu ulaşım yerine karadan toplu ulaşımı tercih eder…

Tarihimizi doğru okuyalım, doğru değerlendirelim…

Fatih Sultan Mehmet için, İstanbul’un yani Doğu Roma’nın fethi demek, denizci bir milletin doğması demekti. Her ne kadar Kanuni devrinde Akdeniz bir Türk gölü haline getirilmiş olsa da aynı zamanda Viyana’ya yönelme, stratejik bir kara devleti olmayı da beraberinde getirmişti. Bazı tercihlerin müteakip yüzyıllar üzerinde belirleyici etkisi vardır.

Rönesans ve Sanayi Devriminin denizciliğe kazandırdığı boyut, tarihi İpek ve Baharat yollarının rotasını değiştirmiş ve bölge jeopolitiğinin değişmesi ile Osmanlı Devletinin yoksullaşması üzerinde başat rol oynamıştı.

Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı’nda donanmanın önemi çok iyi anlaşılsa da easıl meselenin denizci bir millet yaratmak olduğu kavranamamıştır.

Atatürk’ün ülkeyi denizcileştirme vizyonu da maalesef gerçekleşememiştir. Bu konuda atılan adımlar yarım kalmıştır.

Türkiye’de ve İstanbul’da halkın denizcileşmesi için bir ilk olan Sarıyer Denizcileşme Merkezi 2017 yılında kurulmuştu. Çocuklara, gençlere deniz sevgisini aşılamak ve deniz sporlarını yaygınlaştırmayı amaçlıyordu. Bu girişim Sarıyer Belediyesi, Tüm Denizciler Derneği (TÜMDER) ve Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR)’un işbirliğiyle kurulmuştu.

Mavi Vatan kavramının isim babası ve Sarıyer Denizcileşme Merkezi’nin Kurucusu E.Tümamiral Cem Gürdeniz, 8333 km. sahili olan ülkemizde ilk kez bir belediyenin ‘denizcileştirme’ye yönelik bir çalışma başlattığının altını çizmişti. Gürdeniz, projenin devrimsel nitelikte özellikleri olduğunun altını çizerek, Türkiye’nin uygarlaşmasında denizin rolünü, denizciliğin önemini benimseteceğini vurguluyordu, Bu nedenle proje Sarıyer Belediyesi’ne hem tarihi bir görev yüklüyor, hem de tarihi bir fırsat sunuyordu…

Fakat araya giren pandemi sürecinin öncesinde bile bu tarihi fırsatın yeterince değerlendirilemediğini üzülerek gördük…

Umarım hem İBB Başkanlığı hem de sahilleri olan ilçelerin belediye başkanlıkları denizcileşme merkezleri kurulması ve yaşatılması konusunu ivedilikle önde gelen gündem maddesi yaparlar…

Yeri gelmişken kadîm şehrimizin en görkemli doğal varlıklarından olan denizlerimizin sunduğu olanakları kısaca hatırlayalım:

Üç tarafı denizlerle çevrili İstanbul’un 515 kilometrelik kıyı şeridinde sahiller, plajlar, iskele ve yürüyüş bantları var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) temizlik ve güvenlik hizmeti verdiği plajlar arasında, Çatalca, Çilingoz, Karacaköy, Ormanlı, Yalıköy, Yeniköy, Eyüp Ağaçlı, Sarıyer Kısırkaya, Kilyos, Gümüşdere, Beykoz Riva merkez, Şile, Kızılcaköy, Sahilköy, Doğancılı, Alacalı, Sofular, Kumbaba, Ayazma, Ağlayankaya, Uzunkum, Akçakese, Kurfallı, Ağva, Tuzla Halk Plajı, Kadıköy Caddebostan 1, Caddebostan 2, Suadiye, Bakırköy, Çiroz, Güneş, Florya, Yeşilköy, Küçükçekmece Menekşe, Beylikdüzü Gürpınar, Büyükçekmece, Kumburgaz, Kamiloba, (Celaliye) Silivri, Selimpaşa, Silivri Çanta, Semizkum ve Gümüşkaya bulunuyor.

Mavi Vatan’ımızın tartışılmaz en büyük ve en görkemli şehri İstanbul’un devasa hazinelerinden olan denizlerimizin bize sunduğu bu imkânlardan gereğince yararlanmıyoruz.

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin Türkiye’nin ve ülkemizin en görkemli kentinin son yıllarında izlediğimiz makus talihinin (kötü gidişinin) yenilmesinde, yani denizcileşmede, kültür ve sanat alanlarında yaşanılan kırılma ve çöküntülerin aşılmasında çok önemli bir aşama olabileceğini düşünüyorum…

Sayın İmamoğlu içinde bulunduğumuz salgın döneminin zorluklarına karşın sürdürülen çok başarılı çalışmalar yapıyor. İstanbul’un 24 saat yaşayan bir kent haline getirilmesi düşüncesi, toplu ulaşımın bu doğrultuda yeniden ele alınması (salgın nedeniyle ertelense bile) çok anlamlı projelerdir.

Başkan, bir yıla sığdırdıklarını paylaştığı konuşmasında alt yapı, ulaşım, çevre, kültür, sanat çalışmaların özetini de anlatmıştı. Bir yılda önemli bir zihniyet dönüşümünü başlatmayı başardıklarını belirten İmamoğlu şunları söylemişti;

* İstanbul’da kent yaşamı artık 4 kavram üzerinde yükselecek, 4 kavramın ağırlığı hayatın her alanında hissedilecek: ‘Eşitlik, dayanışma, üretim, özgürlük.

* Eşitlik derken, kadın – erkek eşitliği yolunda adımları, eğitimde fırsat eşitliği yolunda adımları, belediye kaynaklarının dağıtımı konusunda belirli vakıf ve derneklerin kayrılmasına son veren adımları, kamusal kaynakları adil şekilde dağıtan adımları ve farklı inançlara eşit muameleyi kastediyor.

* Dayanışma derken, toplumsal yardımlaşma duygularını harekete geçirdikleri askıda fatura uygulamasını, ihtiyaç sahibi çocuklara ücretsiz süt dağıtımını, üniversitelilere verdikleri eğitim desteğini, İstanbul Gönüllülerinin fedakar çabalarını yaygınlaştırmayı ve toplamda bir milyon aileye yaklaşan ayni ve nakdi yardımları kastediyor.

* Üretim derken, süt üreticilerinin ve çiftçilerin, tarımsal üretimin desteklenmesini, istihdam ofislerini, İSMEK’te üretime dönük yeni yapılanmayı kastediyor

* İstanbul için en önemli 3 tehdidi “deprem”, “Kanal İstanbul” ve “mülteci meselesi” olarak sıraladı, “birileri ve onların yakın çevresi para kazanacak diye bu kadim şehrin doğal çevresinin, yaşam alanlarının ve su havzalarının yok edilmesine izin vermeyeceğini” vurguladı…

İstanbul’un tarihine yakından baktığımızda fevkalade önemli bir başlık var burada açmamız gereken:

Bu kadîm kentin bambaşka bir doğal ve kültürel mirasa, çok zengin değerlere sahip olduğunu unutmayalım… İstanbul tüm 17. yüzyıl boyunca, yani yaklaşık bir asır, hatta biraz daha fazla dünyanın en büyük, nüfusu en kalabalık şehri, Çin ve Japon kentlerinden bile daha büyük.

17. asır sonrasında Osmanlı’nın Sanayi Devrimini, 1648 Cromwell, 1789 Fransız Devrimi gibi büyük dönüşümleri ıskalamasıyla İstanbul tahtını Londra, Paris, New York, Tokyo gibi şehirlere bırakıyor.

Ama, İstanbul her zaman İstanbul ve dünyanın, başka özellikleri ile, değişmeyecek tek şeyi, tarihi mirası ve coğrafyası ile, dünyanın muhtemelen en önemli üç, dört şehrinden biri.

Bunları vurguluyorum, çünkü, yeni İBB Başkanımızdan doğma büyüme bir İstanbullu olarak beklentim tüm kentler için çok önemli, hatta yaşamsal olan projelerin yanı sıra İstanbul’a özel bir gündemi de önermesi, dahası uygulaması.

Gerçek bir İstanbullu için İstanbul demek Doğu Roma demektir, Bizans demektir, Osmanlı demektir, Cumhuriyet demektir. Bu dönemlerin tümünün İstanbul’da izleri vardır.

Bu tarihsel dönemlerden, süreçlerden birinin dahi görmezden gelinerek bu kenti yönetmeye başlamak demek İstanbul’u yoksullaştırmak, olağanlaştırmak, sıradanlaştırmak demektir.

Hiç kuşkusuz, İstanbul çok zengin, çok olağanüstü, çok sıra dışı bir şehir. Aslında Kadîm Kent, Tarihi Yarımadası ile, Haliç’i (Altın Boynuz) ile, İstanbul Boğazı (Boğaziçi) Yöresi ile bütüncül biçimde değerlendirilerek UNESCO Dünya Doğa ve Kültür Mirası’na kayıt ve tescil edilerek, geçmişten geleceğe titizlikle korunması ve yaşatılması gereken dünyada başka bir eşi, benzeri olmayan bir âlem…

Bu satırlarda yazdıklarımı devleti ve İstanbul’u yönetenlere anlatmak ve benimsetmek için üyesi bulunduğum, Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanından bir hafta sonra kurdurduğu TURİNG Kurumu’nda (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu) efsânevî Genel Müdürü rahmetli Çelik Gülersoy Beyefendi ile birlikte uzun yıllar boyunca emek vermiştik…Sonuç meydanda…

Çok sevdiğim, saydığım ve kentin tarihini çok iyi bilen, “Tarihçilerin Pusulası” diye anılan efsâne tarihçi rahmetli Prof. Dr. Semavi Eyice bize, örneğin Sultanahmet Meydanı’nı iki metre aşağıya alıp (Yılanlı Sütun’un kaidesine bakın) Bizans’ın ünlü Hipodrom’unu (At Meydanı) ortaya çıkarmanın İstanbul’a muhtemelen on milyon ek turist çekeceğini iddia etmişti. Bu düşünce bana bir hayal gibi gelmişti. Oysa Tarihçi Hocaların Hocası Prof. Dr. Halil İnalcık’ın ifadesiyle Semavî Hoca “İstanbul Tarihini ortaya çıkaran Büyük Türk”tür…Bu nedenle Semavi Hoca’nın Doğu Roma-Bizans eserleriyle ilgili önerilerinin, yazdıklarının değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum…

İstanbul bir tarih hazinesinin üzerinde oturuyor ve biz bu hazineyi yeterince kullanmıyoruz.

Bu tarihsel örnekler Doğu Roma- Bizans döneminden, birileri İstanbullu olmanın ne anlama geldiğini gerçekten (bihakkın) bilmedikleri için bu tarihi çok öne çıkarmak istemiyorlar. Ama bu görüş yanlış, çünkü koca Ayasofya ve Aya İrini orada, Sultanahmet Meydanı’nın yakınlarında duruyor zaten…

İstanbul’da Bizans’ı gizlemek istiyorsun da Osmanlı’ya saygı ne kadar, o da belirsiz… Süleymaniye Külliyesi ile Mimar Sinan’ın Türbesini yakın zamanda layıkıyla restore ettirmeye başladı Vakıflar Genel Müdürlüğü…

Bu bağlamda muhafazakarlığı (geleneksel toplumsal etmenlerin korunmasını destekleyen siyasal ve sosyal felsefe) dindarlık olarak değil tarihine bütününe sahip çıkma olarak anlıyorum. İstanbul’da Doğu Roma-Bizans’ı görmeyen bir muhafazakarlık anlayışı çok yoksuldur.

Düşünebiliyor musunuz, Ülkemizde yalnız Boğaziçi Üniversitesi’nde bir Bizans Araştırmaları Merkezi kuruldu 2015 yılında. Fakat İstanbul Üniversitesi’nde bir Bizans kürsüsü bile yok artık.

Ne yazık ki Kadîm Şehrimizde bir Bizans müzesi henüz kurulmamış…

Bunun büyük bir kültürel eksiklik olduğunu düşünüyorum…

Dikkat ediniz, İstanbul tarihinde Cumhuriyet bir asır, Osmanlı yaklaşık beş asır ama Doğu Roma – Bizans on bir asır sürmüş…

Değerli İBB Başkanımızın ve Ekibinin dikkatlerine sunarım…

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ

İstanbul Araştırmacısı

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 10 Mayıs10 2021

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here