ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’U VE BOĞAZ’I

0

ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’U VE BOĞAZ’I

Tarihçi Necdet Sakaoğlu’nun kaleme aldığı, Atatürk’ü İstanbul özelinde fotoğraflarla anlatan Atatürk ve İstanbul isimli kitabın Ulu Önderimizin İstanbul ve Boğaziçi’ne karşı ruhunda beslediği duygu ve düşüncelerini gösteren kaynak bir eser olduğunu düşünüyorum. Aslında “Atatürk ve İstanbul” konularında Türkiye’de ve dünyada yazılmış çok sayıda kitap var. Ama ikisinin bir araya gelmesi, buluşması kanımca çok özel bir durum. Bu kaynak kitaptaki bilgi ve belgelerden de yararlanarak Atatürk’ün İstanbul ve Boğaziçi’ne dair düşünce ve duygularını bilinmeyen ya da az bilinen yönleriyle birlikte derledim ve bu yazımın çerçevesinde sizinle kısaca aşağıda paylaşıyorum…

Atatürk’ün İzinde İstanbul

“İstanbul’dan çıktığım günden bugüne kadar sekiz sene geçti… Hicran ve özlemle geçen dakikaların bile ne kadar uzun geldiği düşünülürse sekiz senelik hasretin, İstanbul’un sayın ahalisi için ruhuma ateşlediği iştiyakın (özlemin) büyüklüğü kolaylıkla takdir olunur.”

Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, İstanbul’a duyduğu özlem boşuna değildi…

Haydarpaşa Garı’nda Karşılanışı

Boğazın güzelliği, Kız Kulesi, denizin mavisi; bu maviye düşen İstanbul silueti… Kimler aşık olmadı ki bu siluete.

Atatürk, pek çok dünya liderini de İstanbul’da ağırlamaktan onur duydu.

İşte İngiltere Kralı VIII. Edward, Romanya Kralı II.Carol, Yugoslavya Kralı Alexandre, İran Şahı Rıza Pehlevi ve daha niceleri…

İngitere Kralı Edward’ı Dolmabahçe Rıhtımında karşılıyor
İran Şahı Rıza Pehlevi ile, İstanbul, Gülcemal Vapuru
Yugoslav Kralı Alexandre ve Kraliçe Mari’yi Karşılayışı
Ürdün Kralı Abdullah’la Haydarpaşa Garı’nda

Her gün yoğun koşturmacalara tanıklık eden Beyoğlu, Galata Köprüsü; tepelerden bu köprüye bakan bir çok uygarlığa ait saraylar, anıtlar, camiler ve İstanbul’un kimliğiyle bütünleşmiş büyük bir tarih…

Tarih, gelecektir. İstanbul, O’nun için aynı zamanda geleceği de simgeliyordu…

Atatürk, ülkesini çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için, onca çabayla büyük devrimleri gerçekleştirdi. Bunların birçoğunun başlangıcına İstanbul kenti tanıklık etti. Örneğin Yazı Devrimi’ni 1928’de bu kentte başlattı. Sonraki yıllarda, sık sık İstanbul’da okulları ziyaret ederek; Türk çocuklarının modern eğitimde ne ölçüde yol aldığını gördü. Onlarla aynı sıralarda oturarak dersleri izledi…

Atatürk, İstanbul Üniversitesi’nde

Atatürk, sık sık İstanbul Boğazı’nda yatıyla geziler yapar; Florya’daki köşkünde denize girer ve halkıyla iç içe olmaktan mutlu olurdu. O, son günlerini de Boğaz’da, gelmesini çocuksu bir heyecan ve sabırsızlıkla beklediği “Savarona” isimli yatında geçirdi…

Atatürk, Savarona Yatında

Ve Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda fâni yaşama veda ederek sonsuzluğa uğurlandı. Ardında onu kaybetmenin derin kederi içinde hüzünlü bir kent ve kendisini her an özlemle anan bir Türkiye bıraktı…

Biz 10 Kasım haftasında bir yandan dünyanın en büyük liderlerinden biri olan Ata’mızı anarken, yaşadığımız şehre onun gözlerinden bakmaya çalışalım…

İstanbul’a sivil bir insan olarak geldi

Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa 30 Haziran 1927’de Ankara’dayken Emekli Sandığı’nın ilgili görevlilerini çağırarak askerlikten emeklilik işlemini yaptırıp emekli mareşalliği seçmiş. Yani o tarihten itibaren artık “sivil”. Görevi, Meclis’in seçtiği “reisicumhurluk”, günümüzdeki tanımıyla “Cumhurbaşkanlığı”. Artık asker değil, sadece Cumhurbaşkanı. Atatürk İstanbul’a müşir üniformasıyla değil sivil giysili geldi. Çağdaş, modern bir insan kıyafetiyle İstanbulluları selamladı. Onu Haydarpaşa Garı’nda İstanbul vilayetinin protokolü karşıladı. Manevi kızları da Türk kadınını temsil etmek için karşılayanlar arasındaydı. Kadın erkek karışık bir grubun devlet başkanını karşılaması İstanbul’da bir ilkti. Kadın-erkek eşitliğini resmen vurguladığı ilk yer Haydarpaşa Garı oldu. (Necdet Sakaoğlu’nun “Atatürk ve İstanbul” kitabında böyle önemli ayrıntılar çok.)

Ankara’dan Gelişinda Haydarpaşa’da karşılanışı

Yeryüzünde böyle medeni bir savaş sonu olmamıştır

Atatürk stanbul’un işgalden kurtuluşunu kan dökmeden başardı. İşgalciler Türk Bayrağını selamlayarak ayrıldılar İstanbul’dan. İstanbul’un işgalden kurtarıldığı günlerde işgal ordusunun komutanları İstanbul Komutanı Selahattin Adil Paşa’yla dostane görüşmeler yaptılar. Türk birliğinin subaylarına çay şöleni verdiler. Bu da dünya için bir ilkti. Tarihte başka bir örneği yoktu. Ancak işgalden kurtuluşun planları yapılırken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çok  tartışmalar olmuştu. Bu bağlamda, Atatürk’ün milletvekillerini ikna etmek için Meclis’te ‘Efendiler!’ hitabıyla yaptığı konuşmalar NUTUK’ta dikkatle okunmalıdır…

Şişli’deki evin önemi

Atatürk Müzesi Şişli

Atatürk Millî Mücadele’nin hazırlıklarını yaptığı Şişli’deki evde altı ay oturmuş. 1918’in Kasım ayı sonlarından Samsun’a hareket edeceği 1919’un 16 Mayıs sabahına kadar bu evin kiracısı olarak burada yaşamış. Annesi ve kız kardeşi Akaretler’deki saray lojmanlarında kalıyorlar, arada annesinin yanına gidiyor. Bir ara onlar da Şişli’deki evde kalmışlar. Atatürk bu evde Millî Mücadele’nin planını hazırladı. Erkânı Harbiye’deki arkadaşı, paşalar bu evdeki toplantılara geldi. Koşulları görmediği için Millî Mücadele’yi başlatacağını herhalde söylemedi ama Türkiye’nin kurtuluşunu, İstanbul’un yönetimini, saltanatı, hilafeti tartıştılar, konuştular. Günümüzde bir Atatürk Müzesi olan o evin Millî Mücadele açısından çok özel bir değeri vardır.

Latife Hanım’la İstanbul’a gelemedi

Aslında Atatürk’ün Lâtife Hanım ile birlikte İstanbul’a gelememiş olması bir eksikliktir. Çünkü 1925’te boşandılar. Evlenmeleri gibi ayrılışları da çok uygarca oldu. Türkiye’nin ilk medenî nikâhı olmalı onların evliliği. Çünkü kadı yani yargıç önünde Latife Hanım ve
Mustafa Kemal,  her iki tarafın şahitleri de hazırken, evlilik akdinde bulundular. O zamana kadar kadınlar nikâh işleminde bulunmaz, yerlerine yakın bir erkek vekil olarak imza atardı. Atatürk, Latife Hanım’la Trabzon’a, Erzurum’a, Çukurova’ya kadar yurt gezileri yaptı.

Latife Hanım gittiği her yerde kadınlarla da erkeklerle de konuştu. Atatürk ile anlaşamadıkları için 1925’te ayrıldılar. Atatürk’ün Reisicumhur olarak İstanbul’a ilk gelişi 1927’dedir. Ayrılmış oldukları için, vapurda, Dolmabahçe’de, bir meydanda Atatürk ve Latife Hanım’ın birlikte bir fotoğrafı yoktur. Olsaymış keşke…

Atatürk’ün tapulu evi hiç olmadı

Atatürk hep milletinin konuğu oldu. Kendini öyle gördü. İstanbul’da ‘Milletin Sarayı’ dediği Dolmabahçe’nin en sade bölümünü seçmişti. Reisicumhur olarak otelde veya başka bir mekânda kalamazdı. Ankara’da ilk zamanlarda istasyon binasında, bir ara Ziraat Mektebi’nde kaldı, Ankaralılar kendisine Çankaya’da Bulgurzadelerin bağ evini aldı. Çankaya Köşkü de bunun yanına yapıldı. Cumhurreisliği köşkü, yani resmî konut oldu. Atatürk’ten sonra o köşk çok genişletildi, çok büyütüldü ama tabii orası bir lojman yine de. Bir tek, Ankara’da kurduğu çiftliğin sonuna doğru, Söğütözü’ne yakın bir yerde birkaç metrekarelik bir kulübesi vardı. ‘Koliba’ adıyla  andığı burayı kendi evi gibi sever, evim der, başı bunaldıkça yanında bir yaverle oraya giderdi. Saltanatla, saraylarla ilgisi olmayan, daima sadeliği yeğleyen bir adamdı. İlginçtir Atatürk’ün yaşama bakışı…

Moda’daki Deniz Yarışlarını Ertuğrul Yatı’dan izliyor

Mustafa Kemal Atatürk’ün Şehirlerin En Güzeli İstanbul Hakkında Söylediği Övgü Dolu Sözler

Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul;  nice şarkılara, şiirlere, roman ve öykülere konu oldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de İstanbul’a olan hayranlığını çeşitli vesilelerde dile getirdiği şu sözlerle ifade etti:

Atatürk’ün şehre İstanbul ismini vermesi.

İstanbul’a en eski dönemlerinde ‘Byzantion’ deniliyordu. Osmanlı zamanında şehre ‘Konstantiniyye’, ‘Der-Saadet’, ‘Asitane’ gibi ünvanlar verildi. Buranın Türkler’in eline geçmesine rağmen hala Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinople demeye devam ettiler. Hatta bu topraklarda yaşayan bazı ileri gelenler bu ismi kullanmaya devam ediyordu. Halk; ise İslambol diyordu.

İzmir Vapuru’nda. Kabataş Açıkları

Atatürk ise şehrin adını İstanbul olarak değiştirdi ve 28 Mart 1930’dan itibaren ‘İstanbul’ ismiyle gelmeyen mektupların kabul edilmeyeceğini net bir şekilde dünyaya bildirdi…

Bu olay ABD Ankara Büyükelçisi Charles H. Sherrill tarafından şu şekilde aktarılır:

“Biz yabancılar, bu eski şehir için ‘Costantinople’ adını kullanmaya o kadar dilimizi alıştırmışız ki şimdi ‘İstanbul’ demekte hayli güçlük çekeriz. Ama 1929 yılının Ocak ayından beri bu şehrin resmi adı artık İstanbul’dur ve Costantinople yazılarak gönderilecek mektupların Türk posta idarecileri tarafından geri gönderilmesi ihtimali her zaman vardır…

3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şehrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı’na bir mektup yazarak bundan sonra ‘Constantinople’ yerine ‘İstanbul’ adının kullanılması gerektiğini resmen bildirmiştir.”

Atatürk Beyazıt’ da

-“Dört beş yüzyıllık millî çalışmamızın verimi bu güzide şehrimizde toplanmıştır. Millî yeteneğimizin devamlı ve güzel birer belirtisi olan bunca anıtlar ve kuruluşlar hep oradadır.”

-“İstanbul, bizim tarihimizin ve uygarlığımızın bir özetidir.”

-“İstanbul, millî mücadelemizin devamı müddetince millî ve vatanî aşkımızın kutsî ve yüksek bir mihrabı olmuştur. Bundan sonra da hiçbir olay, hiçbir kuvvet, ruhumuzu bu kutsal mihraptan çeviremeyecektir.”

Dolmabahçe Sarayı’nın Rıhtımında Manevi Oğlu Sığırtmaç Mustafa ile

Atatürk’ün İstanbul Nutku:

“Vatandaşlarım!

Sekiz sene evvel, mustarip, ağlayan İstanbul’dan kalbim sızlayarak çıktım. Teşyi edenim (uğurlayanım) yoktu. Sekiz sene sonra, kalbim müsterih olarak, gülen ve güzellemen İstanbul’a geldim, iki büyük cihanın birleştiği noktada, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan bir şehirdir.

Sekiz sene önce buradan ayrılırken, kalbi yaralı olanlardan biri de bendim.

Sekiz sene, heyet-i içtimaiyemizin (toplumumuzun) yeni girdiği devrin tarihi, içine aldığı ihtilâllerin, inkılâpların neticeleriyle doludur.

Aziz İstanbul halkına, sekiz sene evvelki kadar, içinde yedi evliya kuvvetinde bir heyula (hayalet) tasavvur ettirilmek istenen bu sarayın içinde konuşuyorum.

Pendik İstasyonu

Yalnız artık bu saray, zıllulahların (Allah’ın gölgelerinin) değil, zil olmayan (gölge olmayan) milletin sarayıdır ve ben burada, milletin bir ferdi, bir misafiri bulunmakla bahtiyarım…”

-‘Geldikleri gibi giderler.’

Atatürk Adana’dan 13 Kasım 1918 günü öğle saatlerinde trenle İstanbul ’a geldikten sonra, Haydarpaşa Garı’ndan bindiği ‘Kartal’ istimbotuyla Galata’ya doğru giderken, 55 parçalık işgal donanmasının arasından geçer… Bu geçiş sırasında yaveri Cevad Abbas’ın ağladığını gören Mustafa Kemal’in büyük kararlılıkla söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, Kurtuluş Savaşı’nın ilk işaret fişeğini ateşler. Aşağıda bu tarihî olayı ayrıntılı olarak paylaşıyorum:

Milli Mücadele Kartal istimbotunda ve İstanbul’da başladı

Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı ordularının dağıtılması üzerine İstanbul’a çağrılmıştı.

Tren hareket etmeden son emirlerini vermektedir; “silahlar teslim edilmeyecek ve Anadolu’ya gönderilecektir.” Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında başlattığı Kurtuluş Savaşı’nda savaşında kullanılmak üzere…

Teslim olmasını ve tüm silahları Fransız ve İngilizlere teslim etmesini isteyen Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya verdiği yanıtı müthiştir. “Benim tıynetim teslim olmaya manidir, teslim olmam, gerekirse ateş açarım!”… Üç gün sürer tren yolculuğu Adana’dan İstanbul’a.

Güzergâh üzerinde Ulukışla’dan başlayarak tüm istasyonlarda durur tren.

Anadolu halkı Mustafa Kemal Paşa’nın trende olduğunu öğrenmiştir ve her istasyonda halk karşılar treni. Tek bir cümle çıkar ağızlardan “Bizleri ancak sen kurtarırsın Paşa!..”

Manevi Kızı Ülkü’yle Florya Deniz Köşkü’ nde

Kurtuluş Savaşı fikri bu üç gün boyunca daha başka filizlenir kafasında. 13 Kasım günü tren Haydarpaşa’ya varır. Trenden yaveri Cevat Abbas ile inerler. Karşılamaya sadece dostu Doktor Rasim Ferid Talay gelmiştir. İstasyon köylerine dönmek üzere tren bekleyen Mondros Mütarekesi ile terhis edilmiş askerlerle doludur…

Tam askerlerin arasından geçerken bir asker yüksek sesle haykırır “Mustafa Kemal Paşa Hazretleri”. Mustafa Kemal şaşırır ancak belli etmez ve sorar: ‘Beni nereden tanıyorsun?’

Yürekli asker anında cevaplar:

“Çanakkale’de beraber savaşmıştık Paşam.”

Mustafa Kemal hemen döner yaverine:

“Emir geçir, tüm asker silahlarını teslim etmeyecek, köylerinde benden gelecek emirleri bekleyecektir.”

Sahile çıkarlar, o gün 55 parça düşman donanması İstanbul önüne demirlemektedir.

Sahiller arası tüm taşımacılık durmuş, savaş gemilerinin Boğaziçi’nde demirlemesini beklemektedir.

Mustafa Kemal Paşa da hüzünlü gözlerle gemileri izlemektedir.

Dolmabahçe Sarayı’nda kendisine armağan edilen baston-tüfeği kullanırken

Öğlenden sonra saat üçte gemiler çelikten bir duvar gibi İstanbul’u ve Boğaziçi’ni kapatmışlar ve Avrupa yakasına geçiş izni verilmiştir.

O zamanki ismi Entreprise (sonradan “Kartal” adını aldı) olan Fransız Donanmasına ait bir istimbot Mustafa Kemal Paşa, Yaveri Cevat Abbas ve onları karşılayan yakın arkadaşı Rasim Ferid Talay’ı Galata’ya geçirmek üzere Haydarpaşa İskelesine yanaşır…13 Kasım 1918 günü vardığı Haydarpaşa Garı’ndan karşı kıyıdaki Galata’ya doğru yola çıkan Mustafa Kemal; İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan işgalci donanmayı gördüğünde öğle saatleriydi…

İstimbot çelik gemilerin arasından geçerken Cevat Abbas gözyaşlarını tutamaz.

Paşa bunu fark eder ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın işaret fişeğini işte o istimbotta yakar: “Ağlama çocuk! Geldikleri gibi giderler!..”

Cevat Abbas, 1939 yılında yayımladığı kitabında “Atatürk ile birlikte askeri ulaşımın köhne bir motoru ile deniz ortasındaki çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler’ cümlesini işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum.” demişti…

Tarih, ne söylendiği kadar nerede söylendiğini de not düşer…

Ege Vapuru

Pek çok tarihçi, (benim de katıldığım gibi) Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi’nin (“Anadolu İhtilâli” adı da verilir) başlangıcını 13 Kasım 1918 olarak not düşer…

Bu sözler ancak kafasında kurtuluşu oluşturan ve buna inanan bir devrimcinin ağzından çıkar. O söz o anda tesadüfen söylenmiş bir söz değildir…

Mekân da KARTAL adlı istimbottur Boğaziçi’nde karşıdan karşıya geçmekte olan.

(Burada yeri geldiğinden tarihe bir not düşelim: Yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı KARTAL istimbotu bir anıt gemidir ve restorasyonu bittiği için İstanbul’da sergilenmelidir.)

Kartal İstimbotu’nun Tarihçesi :

Kartal İstimbotu

1911 yılında Hollanda’da yapılan Entreprise, Fransızlar tarafından İstanbul’a getirilmişti. 80 tonluk 22 metre boyundaki tekneye, milli mücadelenin kazanılmasıyla Seyr-i Sefain idaresince Kartal adı verildi. 1933’te İstanbul Liman İşletmesi’ne, 1939’da Devlet Demiryollarına, 1952’de Denizcilik Bankası İstanbul Liman İşletmesi’ne devredilen tekne 14 Temmuz 1942’de Çanakkale’de batan Atılay denizaltısının aranmasında kullanıldı. 1974 yılında de Kartal II adıyla özel sektöre geçti ve pek çok denizi dolaştı.

2014 yılında ekonomik ömrünü tamamlayarak hurdaya ayrıldı ve Tuzla’da kaderine terk edildi. Kasım 2016 tarihinde Arif Ertik’in uyarısı üzerine gazeteci Gökhan Karakaş istimbotu kamuoyuna tanıttı. İbrahim Benli tarafından satın alınarak hurdaya gitmekten kurtarılan istimbot, E. Amiral Cem Gürdeniz önderliğinde kurulan Kartal İstimbot Platformu’na devredildi. Amiral Gürdeniz ve Kaptan Levent Akson’un yoğun çalışma ve çabalarıyla Tersane İşletmecisi iş adamı Celal Çiçek’in yardımıyla Çiçek Tersanesi’nde 13 Kasım 2018 tarihinde yenilenmesi tamamlanan Kartal, 5 yıldır sergilenmeyi bekliyor.

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 18 Kasım 2023