1980 Sonrası Şiiri Üstüne

0
1980 Sonrası Şiiri Üstüne
“1980 sonrası şiir, hemen 1980 sonrasında, genellikle solda yer alan ve genç bir arkadaş çevresinin çıkardığı, Üç Çiçek etrafında kümelenen şairlere mal edildi.”
1980 sonrası dendiğinde genellikle ülkemizde olup bitenleri düşünür, ona göre değerlendirme yaparız.
Oysa dünyada kapitalizm yeni bir evreye giriyor, kendini revize ediyor; toplumsal açıdan askıya aldığı liberter (özgürlükçü) dünya görüşünü ekonomik olarak ve bu ekonominin isterleri doğrultusunda katı bir siyasi anlayışla hayata geçiriyordu; sonuçta demokratik cepheler bu rövanşla geriliyor, insan hak ve özgürlükleri bu defa dünyayı yöneten bir avuç tekelin işine gelecek biçimde yeniden yapılandırılıyordu.
Gerçek kapitalizmle henüz ekonomik anlamda tanışmamış, kamu çıkarlarının korunduğu devlet egemenliğindeki bir ekonomik yapının hüküm sürdüğü ülkemizin başına, işte bu sistem tüm ihtişamı ve dönemde edindiği ekonomik anlamda liberal, sosyal ve hele de siyasal anlamda gerici yapısıyla adeta çöküverdi. (Bu ekonomik-siyasi yapılanmanın İngiltere’de Margaret Thatcher, Amerika’da Donald Trump temsilcileri sayılabilir.)
Kapitalizmin bu yeniden restorasyonunun ülkemizdeki sonuçları kanlı oldu.
1980 öncesi elde edilen demokratik mevziler askeri darbeyle çökertildi. Partiler, sendikalar, dernekler kapatıldı. Yöneticileri içeri alındı. Demokratik kitle örgütlerinin yöneticileri ve üyeleri toplu halde tutuklandı. Sağ-sol kavgası bahane edilerek sol örgütler adeta ezildi, yöneticileri sempatizanlarına değin işkenceye tabi tutularak imha edildi. Sol olup biteni doğru okuyamadı. O bilinçte bir sol da zaten mevcut değildi. Yani Solun romantik tutumu bunu kolaylaştırdı. Kısaca ülkeyi yöneten kadro kapitalizmin isterleri doğrultusunda toplumu 2010’lara değin, yirmi yıllık sürede yapılandırdı. Sonra da günümüze değin sürecek iktidara teslim etti.
Bu süre kültürel cephede farklı oluşumlara yol açtı. Ekonomi ve siyasi cephe tekellerin lehine liberalleşirken kültür cephesi egemen sol vesayetten bağımsızlaşarak kendine bakmanın önünü açtı.
Edebiyatta, sinemada, resimde, kısaca kültür ve sanat alanında ekonomik ve siyasi cephenin tam zıddı doğrultuda bir özgürleşme (liberalleşme?) başladı.
Bu oluşum bugüne değin, 2000’ler-den sonraki siyasi yelpazeyi de içine alacak biçimde devam etti, ediyor.
Ancak, şiir dünyasında bütün bu uzun süreçte olup biten gelişme, yani 1980 sonrası şiir, hemen 1980 sonrasında, genellikle solda yer alan ve genç bir arkadaş çevresinin çıkardığı, Üç Çiçek etrafında kümelenen şairlere mal edildi. Kuşak adlandırmasına alışmış edebiyat çevrelerinde bu tutum kolayca kabul gördü. Bu dergide “biz de farklı şiirler yazıyoruz, gençler birbirine benzemiyor”, “her şiir anlayışı bu kuşakta yer aldı”, “1970’lerin slogancı şiirine karşı çıktılar” vb gibi değerlendirmelerle Üç Çiçek kadrosu dönemin öncü şairleri olarak ilan edildi. Bu gençlerin ileri sürdüğü sözlerin poetik bir değere sahip olup olmadığı tartışılmadan kabul gördü.
 
“O dönemde yazdığı bir yazıda Haydar Ergülen’in yaptığı “Üç Çiçek yeni arayışların ilk adresi” nitelemesi  de ortada bir şiir anlayışının olmadığına işaret etmektedir”
Metin Celal’in bir on yıllık süreçte yazdığı ve temellendirmeye çalıştığı Yeni Türk Şiiri nitelendirmesi kabul görmedi ama dillerde yer etmiş “kuşak” nitelemesi ile, daha olup biten bile anlaşılmadan, 1970’lerde yazılan şiiri daha bir bilinçle, yani kavramsal olarak eleştiren sözleri tekrar eden  gençler, bir poetikanın öncüsü ilan edildi.
Böylesi, indirgemeci savlarla, tezlerle, maddi temele sahip olup olmadığı araştırılmadan, kitaplar bile yazıldı.
Böylece her dönemde olduğu gibi, bir araya gelen gençlerin bir dergi çıkarma hadisesi poetik bir bilinci işaret olarak kabul gördü. Kısaca bu kuşağın mottosu olarak gösterilen “1970’in slogancı şiirine karşı çıkmak” bir şiir anlayışı olarak gösterildi, bu sözlerin 1970’lerde de her kesin ağzında olduğu, yani dönemin ortak ruhu ve kamu düşüncesi olduğu üstünde durulmadı.
Şiirden az çok anlayan herkes slogancı şiire 1970 döneminde de açıkça karşı olmuş ve görüşlerini söylemişlerdi. Nitekim bu aynı arkadaş çevresi 1990’lara doğru Poetika, Şiir Atı gibi dergileri çıkaracak ancak poetik bir bilinç geliştiremeyecek, aynı sözleri tekrar edip duracaktı. Poetika yalnızca dört sayı çıkacak, Haydar Ergülen önderliğinde yayımlanan Şiir Atı ise 1987 sonunda yayın hayatına başlayacak ve ancak dört sayı yayımlanacaktı. O dönemde yazdığı bir yazıda Haydar Ergülen’in yaptığı “Üç Çiçek yeni arayışların ilk adresi” nitelemesi  de ortada bir şiir anlayışının olmadığına işaret etmektedir (anan M. Cengiz, Modernleşme ve Modern Türk Şiiri, s. 126).
Demek 1980 sonrası dendiğinde 1995’in sonuna değin süren bir süreçte, şiirde tam bir yeniden yapılanma söz konusu.
Şöyle ki, 1980 darbesiyle ara veren, solun, sosyalizmin eleştirel vicdanı olmaya çalışan Birikim Dergisi 1989’larda yeniden yayımlanacaktı. Dönemin önemli şairleri 1980 sonrası görüşlerini her fırsatta belirtecek, gençleri destekleyecekti. Sol cephedeki geçmişin ve bu ağır dönemin özeleştirel yansıması böylece 1987-1990 yıllarında Broy Dergisi ile Sonbahar (1990-1996) dergisinde anlam bulacaktı.  Aynı dönemde yayımlanan diğer dergiler bu bağlamda üstlerine düşeni yapacaktı. Demek kültür ve edebiyat-sanat alanında 1980 sonrası 2000’lere değin süren bir sürecin sonunda anlamını bul-maya başlayan, bir sosyo-kültürel oluşum. Bu oluşumun bugün bile tam anlaşılmış olduğu söylenemez. Yanlış değerlendirmeler özellikle de dönemin şiirinin, şairlerine sağlıklı bakışın, poetikalarının gerçekçi değerlendirmesinin önünü de kapatıyor.
***
1980 sonrası yazılan şiire baktığımızda bu dönemde biçimlenen şiir değil dikkatimizi bir tutum çekiyor. Bu tutumun ilki, Türk şiirinde o güne değin görülen bir önceki şiiri reddederek bu şiire karşı olmak üstünden yeni düşüncelerle bir şiir hareketi geliştirmek doğrultusunda bir çaba göstermek yerine,  geçmişi bir gelenek olarak kabullenmek ve bu gelenekten her şairin kendi şiirinin isterleri doğrultusunda yararlanmak oldu.
1980’li yılların gerek küresel gerekse Türkiye çapında bölgesel düzeyde yaşanan toplumsal, ekonomik ve psikolojik ortamı bu tutumu, yıllar içinde, her düzeyde aktörlere benimsetti.
Kapitalizmin dünya çapında gittikçe gelişen insan hakları ve demokratik gelişmelerine karşı açtığı rövanş savaşı, reel sosyalist ülkelerdeki kriz, dünya çapında sosyalist teorilerin içine girdiği çıkışsızlık, kültürel düzeyde eskil ideolojilerin kapitalizmin gerici saldırısından yararlanıp yeniden yapılanarak politik sahnede yerini alması vb, bu tutumun benimsenmesinde başlıca etken oldu. Kültürel düzlemde, bu olgunun doğası gereği, bu yansımanın daha yavaş süren seyri, yapısalcılık, göstergebilim, hermeneutik gibi yeni anlama yöntemlerinin yarattığı şaşkınlıkla birleşince, kül-türel cephede herkes daha sakin olmak zorunda kaldı.
İkinci olarak sitüasyonu kavrama mecburiyeti fikir açısından karşıt kutupların saldırgan değil, aksine karşıdakini anlamayı ve daha toleranslı davranmasını zorunlu kıldı. Şiirde bunun yansıması farklı görüşten olanların eski husumetlerini bir yana bırakmasını getirdi. Kimileri bunu ideolojilerin ölümü diye kutsasa da bu kutsamanın arkasında kapitalizmin mutlak egemen olma ve uygun ideolojileri (dinler de dahil ve özellikle bizim coğrafyamızda bu İslamiyet oldu) kullanma amacını göremedi. Kendi düşüncelerinin gereklerini bir yana bırakanlar da oldu. Kişisel olan dostluklar elbette yalnızca kişiseldir ama bu bir tutuma dönüşünce demokratik cephede zararları da görüldü. Derken sol düşüncenin edebiyattaki yansıması aşağılanmak, yargılanmak için bir vesile oldu. Örneğin uzunca  bir dönem kutsanan  toplumcu gerçekçilik (sosyalist düşünce demiyorum, o başka bir şey) gözden düşürmek için etiket olarak kullanıldı. (Not: Toplumcu gerçekçiliği Rusya’da gelişen Stalinist sosyalist realizmin ülkemizde daha dar ve kıt bir çerçevedeki aksi olarak görüyorum. Bugünlerde İslamcı eğilimlerde aynı tutumu görüyoruz).
Üçüncü olarak bütün dünyayı etkileyen durum karşısında solun kendine yönelik eleştiriyle sanat ve şiir meselelerini yeniden gözden geçirip diğer anlama ve kavrama yöntemlerine açılmasıyla Türk edebiyat düşüncesindeki zenginleşmenin şiire de yansımasını sayabiliriz. Broy dergisini bu açıdan değerlendirmek doğru bir tutum olacaktır. Daha sonra Sonbahar dergisiyle bu tutum da-ha da benimsenecektir.
Dördüncü olarak herkesi bağlayan düşünsel bir ana gövdenin  eksikliğinden (yani bir akım, bir hareket ol-mamasından) dolayı şiirde, şiiri örgütleyen düşünsel bir ortak poetika yerine, her şairin kendi şiirselini geliştirmesi gerçeği kendini gösteriyor. Şiirselini dememin sebebi, bu dö-nemden kalan şairlerin ağırlıklı olarak çoğunda, halen belli bir poetik bilincin oluşmamasıdır. Poetik olanın dışında poetika dışı her şeyi tartışan bir 1980 sonrası şiir bugün ne yazık ki bize miras kaldı.
 
“Adnan Özer söylemese de harcının yetmişlerde oluştuğunu ima ediyor. Adnan Özer’in samimi itiraflarıyla henüz İkinci Yeni hakkında bile bir bilgisinin olmadığını, Tuğrul Tanyol’un önerisiyle Latin Amerika şiirine yöneldiğini belirtiyor.”
Şimdi bu yazdıklarım doğrultusunda konuyu irdelemek isteyenlere 1980 Kuşağı olarak vaftiz edilmek isteyen şairlerin Üç Nokta’nın 2017 Kış sayısını dikkatle okumalarını salık veririm. Orada halen daha poetik bir bilincin değil, geçmişin mirası üs-tünde şiirsel bir aklın devindiği görülecektir.
Ben bu konuşmadan yalnızca bir ya da en çok iki şairin konuşmalarından kimi örnekler sunacağım.
Adnan Özer’in anlattıklarından: Dönemin dergilerinde (Militan, Yeni Dergi) yer almaya çalışan  henüz toy bir genci görüyoruz.  Yeni Türkü dergisinde Yaşar Miraç’ın yanında çalışmış. Kendisini Tuğrul Tanyol ile Barış Pirhasan’ın tanıştırdığını söylüyor. Adnan Özer söylemese de harcının yetmişlerde oluştuğunu ima ediyor. Adnan Özer’in samimi itiraflarıyla henüz İkinci Yeni hakkında bile bir bilgisinin olmadığını, Tuğrul Tanyol’un önerisiyle Latin Amerika şiirine yöneldiğini belirtiyor.
Sonuç:  Bu gençler birbirlerini yazdıkları farklı, değişik, 1980 kuşağını muştulayan şiirle tanı-yan gençler değiller. Hasbelkader bir araya gelen gençler bunlar.  (Bu genç şairleri birbirlerine tanıtan Yaşar Miraç’ın, Barış Pirhasan’ın yetmiş kuşağı şairlerinden olduklarını burada hatırlat-makta yarar var.) Yani bu şiire henüz başlamış genç şairler, henüz ülkemizde yazılan şiirden bile habersiz, şiir bilinci daha oluşmamış ve arayış içerisindeler. (‘Bizim birbirimizle tanışmamız anlamlı’ şeklindeki açıklamalar ise daha büyük bir iradeyi işaret ettiğinden ciddiye alınamaz)
Tuğrul Tanyol’un anlattıklarından: 1970’lerde şiire başlayan ve ancak aradığını bulamadığından ara verip 1980’e doğru yeniden şiire dönen Tuğrul Tanyol ise Sanat Emeği’ni kıskandığını, orada yazan şairler arasında olmadığından hayıflandığını,  yetmişlerde şiir yayınlatamadığını, yazdığı şiirlerin dönemin şiirlerine uygun olmadığından yayınlanmadığını söylüyor, şiirinin yayımlanması için Yazko’dan, Turgay Fişekçi  ve Yaşar Miraç’tan söz ediyor. Bir dertlerinin olduğunu söylese de bu derdin ne olduğunu açıkla(ya)mıyor.
Sonuç: Genç bir şairin derdi ne olabilir? Dergilerde şiirini yayınlatabilmek, genç şairler arasında yer almak… Tuğrul Tanyol’un anlattıklarının bize söylediği bu.
Daha fazla alıntıya gerek yok. Bu dört genç Hilmi Yavuz’dan, Eray Canberk’ten çok şey öğrendiklerini, İlhan Berk’i vb. keşfettiklerini, Memet Fuat’ın kendilerine el uzattığını, vb. söylüyorlar. Her gencin böylesi doğal ve normal, alışılmış bir başlangıcı kuşkusuz vardır. Ancak bu başlangıçtan yalnızca o şairin şiirini anlamak yerine bir ruh, yeni bir şiirin esprisini çıkarmaya çalışmak kumda kulaç atmaya benzer.
Aslında soruyu soran kişi, zevahiri kurtarmak, yazdığı kitabı aklamak için zorla bir 1980 esprisinden, ruhundan söz etse de konuşmalardan böyle bir ruhtan, espriden zerre kadar söz edilemeyeceği görülüyor.
Nitekim Üç Çiçek dergisini okuduğumuzda da aynı olgularla karşılaşıyoruz. Modernleşme ve Modern Türk Şiiri adlı kitabımda ilgili sayfalar okunabilir. Yani bu gençler henüz kendi şiirlerini oluşturmuş şairler değil. Poetik bir bilinçle birbirine yaklaşan gençler de değiller.Nitekim geçmişlerini içtenlikle dile getiren bu dört arkadaşımız aslında her gencin durumuna işaret ediyorlar. Bugün de aynı olguyu görüyoruz. Dergi çıkaran benzemezlerin samimi arkadaş olmaları bir şiir hareketi için yeterliyse, bir 1990 kuşağı, bir iki bin kuşağı, hatta iki bin on kuşağından söz etmek bile mümkün. Bu konuda zorlama soruşturmalar bile yapılmadı değil.
Son söz olarak: Bir 1980 olgusu varsa bu, editörün açıklamaları doğrultusundaki gelişmelerle asıl da 1990’lardan başlayarak 2000’lere uzayan yıllarda oluşmuştur . Bu konu da araştırılmaya değer.
Bir şey daha: Zayıf ve gerçekçi olmayan argümanlardan bir 1980 kuşağı yaratma çabası, en çok da editörün saçma sapan savlarla kendini ileri sürüp kabul görmesi için habire çabaladığı “soylu yenilikçi şiir”, sonraki ismiyle “modernist imgeci şiir” savı için gerekli. Zira 1990’ların sonlarında 1980 kuşağı şiiri “tıkanarak biten” bir şiirse, ülkemizdeki yerleşik teamüller gereği, yerine bir şeyler gerekli ve o da buraya balıklama dalıyor. 1980 sonrası kuşağı dayatmasına buradan da bakılmalı. Bu kuşak iddiasında bulunan arkadaşların bu konuya buradan da bakmaları önerimizdir.

Metin CENGİZ/Şair

 

Metin CENGİZ/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 25 Şubat 2021

Yazarın Tüm Yazıları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here