ULUS KAVRAMINA İKİ FARKLI YAKLAŞIM VE YAŞANTIMIZA ETKİSİ 

0

ULUS KAVRAMINA İKİ FARKLI YAKLAŞIM VE YAŞANTIMIZA ETKİSİ

Fransız Devrimi ile yaşantımıza ulus kavramı sosyal bilimlerde en çok tartışılan kavramlardan biridir. Latince’de soy anlamına gelen ulus kavramı, günümüzde kan bağı yerine, kimlik anlamında aynı dil, kültür ve dini kapsayacak biçimde tanımlanmaktadır (1).  Renan, ulus kavramının mazinin hatıraları ile ortaklık ve birlikte yaşama arzusu olduğu görüşündedir. Ulus kavramının tanımında iki tür yaklaşım öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki yasalar önünde herkesin eşit olduğunu kabul eden “Sözleşmeye Dayalı Ulus” yaklaşımıdır. Bu görüş, vatandaşların kamusal alanlarda yaşanan sorunlara ilişkin çözümleri açıklamalarının ulusal aidiyeti sağlayacağına dayanmaktadır. Yani vatandaşlığa dayalı bir ulusçuluk anlayışı bu görüşün temellendirilmesinde belirleyicidir. Vatandaşlığa dayalı ulusçuluk olarak da nitelendirilen bu yaklaşım, bir ulusu oluşturan bireylerin, ikamet etme, seçme ve yasal yükümlülükleri olduğunu kabul etmektedir (2)

Diğer ulusçuluk yaklaşımı ise “Ortak Bilinç” temelinde ele alınmaktadır. Bu yaklaşımda ulus, ortak bir ruha, tarihe, anılara, geleneklere dayandırılmaktadır. Ortak geçmiş ve grup aidiyeti temelinde ulus kavramını açıklayan bu yaklaşımda  geçmiş ve bir arada yaşananlar, ortak hafıza belirleyici olarak görülmektedir (3).

Türkiye’de son 21 yıldır gözlenen kutuplaşma ve bloklaşma ortamında bu iki yaklaşımın savunucularını görmek mümkündür. Milliyetçi-muhafazakârlar ulus kavramını ortak bilinç, mazi, grup aidiyeti temelinde ele almaktadırlar. Bu kesimi destekleyenlerin oy oranı yüzde 65-67 arasında değişmektedir. Diğer kesim ise sözleşmeye dayalı ulus anlayışını benimsemektedir. Oy oranları da yüzde 33-35 arasında değişmektedir.

Bu iki anlayışın uzlaşmasının kısa vadede mümkün olmayacağı karşılıklı siyasal retoriklerden de anlaşılmaktadır. Ortak bilinç temeline dayanan anlayış yasalar çerçevesinde davranmayı mümkün görse de devleti kutsallaştırdığından istikrar, düzen ve güvenlik çerçevesinde hukukun geri planda kalabileceği anlayışını savunabilmektedir. Bireyin, vatandaşların hakları yerine önceliği kutsal olarak nitelendirilen devletin bekası almaktadır. Bu anlayış, farklılıklardan çok birliği ve monolitik bir yapıyı savunur. Bu çerçevenin dışında kalan herkes ötekileştirmektedir.

Sözleşmeye dayalı ulus kavramını savunanlar, vatandaşın, bireyin haklarını temel alırlar. Çoğulcu bir anlayışın toplumda yer almasını, farklılıklarla birlikte yaşamayı talep ederler. Yasalar kadar bunların meşruiyetlerini de sorgularlar, bu çerçevede hukukun üstünlüğünü savunurlar. Türkiye’de sosyal demokratlar, sosyalistler, seküler yaşam tarzını savunan orta ve üst sınıflar  bu anlayışı savunmaktadır. İçe kapanma yerine evrensel değerlerle ulusal kültürü sentezlemeyi hedeflerler.

Türkiye’de bu iki ulus anlayışının yaşamın her alanında ortaya çıktığı görülmektedir. Bu iki anlayış arasında yeni bir toplumsal sözleşme çerçevesinde uzlaşma gerçekleşmesi de zor görülmektedir. Türkiye’nin 1808’de Senedi İttifak ile başlayan Tanzimat, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi ile devam eden Cumhuriyet ile paradigma değişimine uğrayan hukuk anlayışı, bu iki farklı ulusçuluk anlayışı nedeniyle zor zamanlardan geçmektedir. Yargıtay 3’üncü Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması da bu iki anlayışın devlet kurumları nasıl vücut bulduğunu, bunun nasıl bir krize yol açtığını göstermektedir.

Yararlanılan Kaynaklar

Roskin, Michael G. (2021), Çağdaş Devlet Sistemleri Siyaset, Coğrafya, Kültür, 10. Baskı, Çev. Atilla Yayla, Bahattin Seçilmişoğlu, Ankara: Adres Yayınları.

Noi, Aylin Ünver. (2007), Avrupa’da Yükselen Milliyetçilik, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık

Aşçı, Gökhan. (2015), “Radyoda Milliyetçi Söylem Üzerine Bir Analiz: “Zekirdek” Programı Örneği”, Medyanın Milliyetçiliği: Milliyetçiliğin Medyası, Ed. Murat İri, İstanbul: Derin Yayınları

Kemal ASLAN/Gazeteci-Yazar

Kemal ASLAN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 11 Kasım 2023