Huma SEVİM yazdı: Şimdilerde İstanbul

1

Huma SEVİM

Şimdilerde İstanbul

”Şimdilerde…” ile başlayan cümlelerim bir hayli çoğaldı son beş, on yıldır.

Kıyas yapıyorum, yakın geçmişin ve uzak geçmişin İstanbul’u ile şimdinin İstanbul’u arasında.

”Ruhunun üstünde tepiniyorlar İstanbul’un.” diyorum mesela.

”Hala güzel.” diye iç geçiriyorum.

Boğaz Köprü’sünün üzerinde…

Az ilerideki Kız Kule’sinin,

Galata Kulesi’nin siluetlerini göz bebeklerimden içeriye akıtıp, kanıma karıştırmaya çalışırken…

Bazen kendimi birileriyle tartışırken buluyorum, ”Hala güzel.” diyorum, ”Başka bir yerde ölmek istemiyorum.” diyorum hatta.

Ama işte o “Şimdilerde” sözcüğü beni bir tür itirafa zorluyor; kötüye giden bir takım şeyleri açıklayan anahtar o.

İnsanların geldikleri hallerin aynası ya yaşadıkları yer; işte, tam da bu sebepten, İstanbul bir kurban mı ?

Belki, bir kurban diyebilirsiniz, can çekişiyor diyenleriniz olabilir. Fakat benim İstanbul’um, böyle kolay kolay teslim olacak bir şehir değil. İstanbul ”Masal şehir” derim, ”Dünya’nın en güzel şehri” de derim, benzeri yok diye düşünürüm.

Tüm bunlar beni bağlar, bana ait diye düşünüyor olabilirsiniz.

Fakat kafanızda şöyle bir canlandırın bakalım, bir şehir ki, bir ayağı Avrupa’da diğeri Anadolu’da, ve bir şehir düşünün ki, güneşli günde Boğazda yürürken çocukluğunuzun baharlarını hatırlatıyor.

Sisli bir havada, alacakaranlıkta, Galata sokaklarında sizi alıp peri masallarına götürüyor; hani annenizin uyumadan önce okuduğu sonu mutlu biten.

Sabahın soğuğu hala hissediliyorken, koşar adım zorlukla yakaladığınız Kadıköy-Karaköy vapuruna attınız mı kendinizi, Haydarpaşa’yı geride bırakıp Sultan Ahmet Camii minarelerini ve Topkapı Sarayı’nı gördüğünüzde, zamandan muaf, hala geçmişin İstanbul’unun ruhunuzu ele geçiren o büyüsünü hissediyorsunuz.

Şimdi kimse bana İstanbul ruhunu kaybetmiş demesin o halde.

Sizin benim gibi, hayatın içinde yoğurulup kaybettiklerine takılmayıp, hala sahip olabildiği değerleriyle ayakta dimdik duran bir şehir İstanbul.

Sokakları, merdivenleri, yokuşları; camileri, kiliseleri sinegoglarıyla taşlarında ruhu olan, hikayesi çok derin olan bir şehir.

Ben burada İstanbul’un çehresini oluşturan, hayatları bir şekilde bu şehirden geçmiş eski insanlarından bahsetmek istiyorum ki onlar “Şimdilerde” oldukça değişik görüntüler sergiliyorlar, fakat konumuz bu değil.

Sonra sokaklarından, onlara verilmiş isimlerin ilginçliğinden ve hikayelerinden bahsetmek istiyorum.

Bin sekiz yüzlü yılların sonlarında hayatını bu şehirde yaşamış kabadayılardan, üç kağıt yaparak para kazanan dolandırıcılardan da bahsetmek istiyorum.

Hani derler ya bir ömür yetmez İstanbul’un her sokağını gezmeye, sanırım anlatmak için de yetmez.

Kedileri var mesela, güvercinleri, martıları, bilge sokak köpekleri…

Bahar’da açan erguvanları…

Bir zamanlar Bizans paralarının üzerine basılan lüfer kabartmaları var.

Demem o ki hayat kısa, İstanbul ise anlatmak ve anlamak için çok derin hikaye…

Bir yerden başlamalı, önce insanlarını ve sonra taşlarına dokunarak İstanbul’un gökkuşağı renklerindeki ruhunu bir kez daha anlatmaya çalışmalı.

Otello Kamil, Yenigelin, Biracılar ve daha birçok adın bu sokaklara niye verildiğini bilmek isterseniz…

Ya da Odesalı Korste lakaplı haraççı Korsti’nin, Tünelden Taksime kadar hakimiyetini, Solak Ligor’un nasıl bıçak kullandığını bilmek isterseniz burada size yazıyor olacağım.

“Şimdilerde” değişen pek bir şey yok, aynı gökyüzünün altında aynı şeyler yaşanmaya devam ediyor.

Ben de şöyle yazdım;

Düşünerek başlıyorum masalıma…

Hem nasıl ölecek ki kendi ölümünü Kral?

Kentin ortasından geçen nehre atsa kendini kurtulabilecek mi bakirelerin lanetinden ?

Kupa sekizlisini, kanlı uzun tırnaklarıyla masaya bırakıp gidince Kraliçe, masaldan da gitmiş mi olacak?

Düşünerek geliştiriyorum masalımı…

İyiliğin pek kimseye iyiliği dokunmadığı söyleniyordu o zamanlar,

Gerçi şimdi de pek bir şey değişmedi.

Soğuk sisli bir sabah, bacalardan kömür dumanı tüterken,

Titreyerek süt içen çocuk bir daha böyle ak bir şey görmeyecekti.

Düşünerek bitiriyorum masalımı…

Kral da, Kraliçe de kendi ölümünü ölmemeli

Çocuğun ölümünü ölmeli,

Ve fakat gökten üç elma düşmemeli…

Huma SEVİM

humasevim02@gmail.com

HumaSEVİM/kentekrani

Abone Olmak İçin Tıklayınız

Yazarın Tüm Yazıları

www.kentekrani.com 11 Temmuz 2020

1 YORUM

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here