Vakit Sandığından da Geç…

0

Vakit Sandığından da Geç…

Gece ve yağmur yağıyor…İstanbul’da yağmurun nasıl yağdığını bilirim fakat başka şehirlerde nasıl yağdığını pek bilmem. Kısa süreli tanıklık etmiş olsam da dünyanın herhangi başka bir şehrinde yağan yağmuru İstanbul’un yağmuru kadar içselleştiremem. Sadece yağmurunu değil her şeyini içimde bir yerlerde saklı tutarım. Hep buradaydım, doğduğum günden bugüne gelinceye dek birçok yağmurlu İstanbul günü ve gecesi yaşadım. Bu gece, taşınmak üzere olduğum evin penceresinden gördüğüm manzara yağmurla birlikte sizlere aktarmak gereği duyacak kadar doldu taştı içimden. Çok zaman olmadı bulunduğum bu
yere taşınalı, yaz başıydı. Biraz bekleme yaptığım bir duraktı aslında. Şimdi gidiyorum, böyle gerekti.

Size Fikirtepe’den bahsedeceğim biraz. Son beş aydır yaşadığım semtten… İstanbul’un bir semtinden. Kalbimde ve ruhumda yaşattığım İstanbul bambaşkadır oraya kimselerin girmesine izin vermem. Bu yüzden şehrimle ilgili her ayrıntıyı önemserim. Daha önce Fikirtepe ile ilgili yüzeysel şeyler biliyordum. Yaşadığım daire bu semtin kentsel dönüşüm sürecinde en sona kalmış mahallesine bakıyor daha doğrusu bakıyordu. Son bir haftadır bu küçük mahalleye dozerler girip evleri yıkmaya başlayana dek böyleydi. Şimdi son durumu burada bırakıp ilk taşındığım zamanlarda gördüklerimi biraz aktarmaya çalışayım.

Bulunduğum daire bahsettiğim mahalleye tam anlamıyla tepeden bakıyor. Pencereden dışarı daha doğrusu aşağı (geniş bir görüş alanı) her baktığımda bilmediğim yaşamlara tanıklık etmeye başladığımı fark ettim ve fotoğraflar da çekmeye başladım.

En fazla beş altı katlı binalar vardı aşağıda, insanlar akşamları evlerinin önlerinde ayaküstü birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Gördüğüm kadarıyla aşağı yukarı herkes birbiriyle tanıştı. Canım sıkıldıkça yukarıdan seyrettiğim bu yaşamlar aşinalığım arttıkça beni içine çekmeye başladı. Çocuklar sokakta yakar top oynuyor, araba geçerken kenara çekiliyor sonra kaldıkları yerden devam ediyorlar, yaşlılar evlerinin önüne sandalye koyup oturuyor çay içip etrafı seyrediyor, gelen geçenle konuşuyorlardı.

En güzel hatırladıklarım güvercinleri olan o adamlardı galiba. Aklımdan silinmeyecek bazı görüntüler; Evlerinin çatılarında Kümes kurup güvercinlerini akşamüzerleri ve sabahın erken saatlerinde gökyüzünün kucağına bıraktıklarında gururla sigara yakıp seyreden o adamlar. Beş- on civarı güvercin havalanıp bazıları takla atmaya başladığında, özgürce gökte süzülüp neşelendiğinde onları seyredenin keyfine ben defalarca tanık oldum. Muhtemelen oldukça kısıtlı parayla böyle büyük bir metropolde yaşam savaşı veren o adamların sigarasından bir nefes çekip güvercinlerini seyrederken çoğumuzun unuttuğu türden büyük bir haz yaşadıklarını gözlemledim.

Ben yan dairedeki komşumun kadın mı, erkek mi olduğunu bile bilmezken onlar; Gelin alınırken, kurban bayramında, asker uğurlamada, cenazede hep birlikteydiler, hep yarendiler birbirlerine. Kadınlar Didem Madak’ın şiirindeki gibi yorgun çamaşırlar asıyorlardı balkonlarına. Tezer Özlü’nün bahsettiği gibi Pazar günleri beyaz fanilalarıyla oturan babalar vardı. Yaşadığım sitenin aksine aşağıda gerçek yaşam dönüyordu. İzledikçe dokuya ters yapay bir dünya’da hayatımı sürdürdüğümü daha çok duyumsuyordum. Sabahın çok erken
saatlerinde işe gidenler, aynı saatlerde bütün gece çalışıp evine dönen taksi şöförleri görüyordum.

Uyuyamadığım gecelerde bazen evin annesiyle kavga eden camı çerçeveyi indiren aile babaları da vardı. Fark etmeden bir parçası olduğum bu mahallede parasızlık ve zorluklar içinde bir hayat sürüyordu. Fakat asıl önemli olan o derecede güçlü yaşam fışkırıyor olmasıydı. Fırsat buldukça fotoğrafladığım bu yaşamlar son iki haftadır sabun köpüğü gibi sönüp, yok olup gidiyor. Her şey çok hızlıca ve önemsizmiş gibi kaybolmaya başladı. Bu durum sizlere anlatma ihtiyacı doğurdu bende.

Diyoruz ya “değişmeyen tek şey değişim”! Peki İstanbul çok fazla değişiyor olabilir mi? Annemin anlattığı İstanbul’la şimdiki İstanbul arasında bu kadar büyük fark olmak zorunda mıydı? Bu durum insanda bir boşluk yaratıyor galiba. Sahip çıkamamak, bir şeylerin elinden kayıp gidiyor olması mutsuz ediyor. Bu mahalleyi seyrettiğim son beş aydır bunu derinden hissettim. Yaşamların değişmesi kaçınılmaz fakat umarsızca yeniden yapılandırılması ruhun
yitirilmesini de getirmiyor mu? Dönüştürülen bu mahallelerin üzerine dikilen yirmi beş otuz katlı binalar ne hissettiriyor peki? Elimizden kayıp giden o ruh artık bir yerlerde karşımıza çıkar mı? Sanmıyorum. Bu insanlar güvercinlerini de alıp nereye gittiler? Oysa bir düzen vardı; o güvercinler kümeslerinden havalandıklarında martılarda geliyor onların etrafında uçuyorlardı, onlar da güvercinlerini yitirdiler galiba, fakat bizim yitirdiklerimizin yanında lafı olmaz.

Fikirtepe hızla dönüşen bir semt, sosyal yapısı farklı. Özelinde yazıyorum fakat İstanbul genelinde böyle semtler çok fazla. Keşke keskin ve umursamazca bir dönüşüm söz konusu olmasaydı. Bulunduğum yer çok romantik görünüyor olabilir elbette. Neyin neden olduğuyla; Göç, yurt dışından gelip yerleşenler, Suriye’liler, Afganlar, rant elde etmek uğruna acımasızca yakıp yıkanlar vs. bunlardan bahsetmeyeceğim. Dikkat çekmek istediğim, duygular ve yaşanmışlıklar. Sabun köpüğü gibi yok olup gitmeyen şeylere ihtiyacımız var sanki! İstanbul’u harcamasaydık keşke, bir-iki sene sonra gittiğimiz o semti aynı olmasa bile benzer görebilsek hayat daha anlamlı olmaz mıydı?

İstanbul değişik toplumsal yapıları barındıran farklı semtleriyle müthiş zengin bir mozaik. Mesela; Tarlabaşı Ağır Roman filmine konu olmuş yaşamları barındırır, Sultan Ahmet, Fatih, Cihangir, Tünel, Balık Pazarı, Anadolu yakasında Kadıköy, Moda, Bağdat Caddesi civarı… Saymakla bitiremem, bu semtlerin birbirinden ne kadar farklı yaşamlara tanıklık ettiğini İstanbul’lu iyi bilir. Şehir içine girdiğinizde kaos gibi görünen kendine has bir düzeni barındırır. Bu düzen içinde devinirken bazı yerlerde gece belli bir saatten sonra sokakta yürümeyiz belki ama gündüz gider kahve içip etrafı seyredebiliriz. Fikirtepe de böyle bir
semttir buradan çıkan çocuklar Kadıköy’deki, sosyoekonomik yapısı daha zengin yakın semtlerdeki hanım evladı yaşıtlarını korkuturlardı, birçoklarına ilk hayat derslerini vermiş olabilirler. Kendilerinde olmayan imkanlara sahip yaşıtlarından bunun acısını çıkartmaya çalışmaları insana dair bir şeydi elbette.

Son beş aydır penceremden gözlemlediğim yaşamlar Fikirtepe’nin sosyal yapısını daha yakından tanımamı sağladı. Gayet kendi halinde sürdürmeye çalıştıkları yaşamları artık kökünden değişiyor. Çıkmamaya direnirlerse suları, elektrikleri kesiliyor. Daha eskilere gitmeyeceğim Fikirtepe sayesinde İstanbul genelini düşünüyorum da cidden durum acı veriyor. Böylesine keskin değişimleri yaşamak birçok şeyin tadını kaçırıyor. Eskiden buralar hep dutluktu denen beton yığını arazilere bakıp iç geçiriyoruz. Otuz katlı binalarda sardalye
konservesi misali üst üste yaşamlar sürüyoruz. Boğaz Köprümüzün “kanlı” yeni bir ismi var. Hatta tarih kokan; Galata Kulesi’ne, Kız Kulesine, Sultanahmet Camii’ne, Ayasofya’ya, Haydarpaşa Garı’na, Hisarlara rağmen şehrimizin yeni bir sembolü “Çamlıca Kulesi” denebiliyor!! İstanbul avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor mu?

Aynı kalmayacaktı elbette fakat bunca değişime ruhunu satmamalıydı, sattırmamalıydık. Fikirtepe geceler ve günler boyu seyrettiğim bir mahallesiydi İstanbul’un, benzeri onlarca semtte aynı şeyler yaşanıyor. Geri dönüşü olmayan bir yolda İstanbul, bunun en iyi kanıtı silületine damgasını vuran gökdelenleri.

Bilmediğiniz şeylerden bahsetmedim, bilmediğim şeyler görmedim. Sadece olan bitenin yarattığı duygu durumunun altını çizmek istedim. Devam edersem sonu gelmez anlatacaklarımın, sayfalar yetmez. Olan biten yüzünden değil; “duygular”, “kaybolup giden yaşamlar” yüzünden. Şimdi nerede uçuyor o güvercinler?

Biz İstanbul’a ne yapıyoruz böyle?

Bir Roma atasözü var ya, galiba İstanbul için “Vakit sandığından da geç”!!!

Hüma SEVİM

 

HümaSEVİM/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 27 Ağustos 2021

Anne With An E,Hüma Sevim

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here