ÖLÜMLÜ KRALLAR VE ÖLÜMSÜZ HAYALLER: GILGAMIŞ PARADOKSU

0

Derya ULUSOY

ÖLÜMLÜ KRALLAR VE ÖLÜMSÜZ HAYALLER: GILGAMIŞ PARADOKSU

Bilmeyenler için Gılgamış Destanı, insanlık tarihinin en eski ve bilinen ilk edebiyat eseridir. Bu destan, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sından yaklaşık bin yıl önce; kil tabletler üzerine çivi yazısı ile yazılmıştır.
Gılgamış Destanı, felsefenin en derin sorularından birini ele alır: Eğer tüm insanlar ölecekse, insan hayatının anlamı ve önemi nedir? Destan, Gılgamış’ın kendi ölümlülüğüyle yüzleşmesi ve bu soruya cevap araması üzerine kuruludur.
Kahramanımız hikaye boyunca, zorba bir kral olarak başlayan ve bilgelikle sona eren derin bir dönüşüm yolculuğuna çıkar. Etimolojik olarak da, Gılgamış isminin aslı Gilgameş’tir. Başındaki “gil” eki “bil” olarak da okunabilir, yani Bilgameş…Türkçede “Bilgameş” kelimesi, bilen ve saygın bir adam anlamına gelir.

Tiranlıktan Bilgeliğe Yolculuk

Efsanenin kahramanı Gılgamış, dünyanın en güçlü ve yetenekli adamı, Uruk şehrinin kralıdır. Üçte iki oranında tanrı, üçte bir oranında ise insan özelliklerine sahiptir. İhtişamlı zigguratlar, tapınak kuleleri inşa ederek; şehrini güçlü duvarlarla korumuş; topraklarını titizlikle işlemiştir. Ancak başlangıçta zalim bir despot olarak krallığını yönetir. Halkına nsert davranır, savaşçılarının eşlerine ya da soylu kızlara, gözüne diktiği her kadına tecavüz eder. Hırslı inşaat projelerini halka zorla yaptırır ve halk onun zulmü altında ezilir. Tanrılar, halkın çığlıklarını işitir ve Gılgamış’ı dizginlemek için onun kadar güçlü Enkidu adında vahşi bir adam yaratırlar.

Gılgamış’ın Ölümsüzlük Arayışı: Enkidu’nun Kaybı ve Efsanevi Yolculuk

Enkidu, Gılgamış’ın beraber türlü maceralara atıldığı en yakın dostu haline gelir. Ancak Enkidu, tanrıların cezalandırması ile bir hastalık sonucu ölünce, Gılgamış derin bir üzüntüye boğulur. Arkadaşının cesedi başında günlerce nöbet tutar; ta ki Enkidu’nun burnundan bir solucanın çıktığını görene kadar…Bu olay Gılgamış’ı derin bir ölüm
korkusuna sürükler ve kendisinin asla ölmeyeceğine dair bir karar alır. Ölümü yenmenin bir yolunu bulmak için kararlıdır.
Ölümsüzlüğün sırrını bulmak için, evrenin sonuna kadar uzanan efsanevi bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta aslanlarla mücadele eder, akrep-insanlarla savaşır ve yeraltı dünyasına iner.

Mezopotamyanın Nuh’u Utnapiştim ile Buluşma

Utnapiştim ile karşılaşması, destanın en önemli bölümlerinden birini oluşturur ve ölümsüzlüğün sırrı ile ilgili derin felsefi ve teolojik soruları gündeme getirir.
Mezopotamya’nın Nuh’u olarak bilinen Utnapiştim, Gılgamış’a tufan hikayesini anlatır.
Bu hikayede, tanrılar insanlığı bir tufan ile yok etmeye karar verirler. Ancak, bilgelik tanrısı, Utnapiştim’e bu yıkıcı plan hakkında bilgi verir ve ona bir gemi yapmasını söyler.
Utnapiştim, bu gemiyle ailesini ve diğer canlıları tufandan kurtarır. Tufanın ardından tanrılar, yaptıklarına pişman olup insanlığı bir daha yok etmeme sözü verirler.
Utnapiştim ise sadakat ve bilgeliğinden dolayı ölümsüz yaşamla ödüllendirilir.

Ölümsüzlük Üzerine Geçilemeyen Bir Test

Ölümsüzlük arayışında, Utnapiştim Gılgamış’a bir meydan okuma sunar. Eğer Gılgamış gerçekten sonsuza dek yaşayabileceğine inanıyorsa, bir hafta boyunca uyanık kalabileceğini kanıtlamalıdır. Ancak Gılgamış bu görevde hızla başarısız olur ve hemen uykuya dalar.

Gençlik Otu ve Yılanın Dönüşümü

Utnapiştim, testi geçemeyen Gılgamış’a kraliyet giysilerini yeniden giymesini ve yurduna, Uruk’a dönmesini emreder. Gılgamış ayrılmaya hazırlanırken ona gençliğini geri verebilecek bir ottan bahseder. Gılgamış bu otu bulur. Otu bulduktan sonraysa hemen yemek yerine, derin bir düşünceye dalar. Tek başına bu otu yerse gençleşeceği, fakat arkadaşlarının yaşlı kalacağı aklına gelir. Otu arkadaşlarıyla paylaşmak için götürmek üzere nehrin kenarında bırakır. Bir başka işle meşgul olduğu sıradaysa, bir yılan gelip otu yer ve derisini değiştirip gençleşir. Günümüzde tıpta ve eczacılıkta kullanılan asaya sarılı yılan simgesi de bu hikayeye dayanmaktadır.

Aydınlanma ve Eve Dönüş

Bu olay, Gılgamış’a ölümsüzlüğün veya sonsuz gençliğin erişilemez olduğunu ve ölümlü insan yaşamını kabul etmesi gerektiğini gösterir. Edindiği tecrübelerle ölümlü olarak, ama önemli bir bilgelikle yurduna döner: Tanrılar insanı yaratırken, ölümü insanın kaçınılmaz sonu olarak belirlemişlerdir. Ve insanların bu gerçeği kabullenmeyi öğrenmeleri gerekir. Artık ölümlülüğüyle barışık bir şekilde, kendi ölümünün kaçınılmaz olduğunu, ama insanlığın devam edeceğini anlar.
Dönüşünde kralı olduğu Uruk şehrini yeni bir bakışla değerlendirir. Daha önce keder ve dehşetle reddettiği şehrin aslında muhteşem ve kalıcı bir başarı olduğunu fark eder. Bu, bir ölümlü olarak elde edebileceği en büyük ölümsüzlük şeklidir. Yaptığı yapılar, başardığı işler ve bıraktığı miras, onun adını ve anısını yaşatmaya devam edecek, böylece ölümsüzlüğe ulaşmış olacaktır.

Bilimin Meydan Okuması: Ölümü Yenmek İçin Teknolojik Arayış

Bilimde ilerleme taraftarları, Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı gibi ölümün kaçınılmaz bir kader olduğu düşüncesini reddederler. Onlar için ölüm, önceden belirlenmiş bir son değil, teknoloji ile çözülebilecek bir meydan okumadır. Bu bakış açısına göre, insanlar kaderin bir emriyle değil; kalp krizi, kanser ya da enfeksiyon gibi fiziksel arızalar nedeniyle ölürler. Bu problemlerin her biri, destandaki gençlik otu gibi teknolojik ve tıbbi ilerlemelerle çözülebilir olarak görülür.
Örneğin, bozuk bir kalp, bir kalp piliyle desteklenebilir veya mekanik kapaklarla tamir edilip değiştirilebilir. Kansere karşı, ilaçlar veya radyasyon ile mücadele edilebilir.
Enfeksiyonlar antibiyotiklerle yenilebilir. Şu an her sorunun bir çözümü olmasa da, bu yönde sürekli çabalar sürdürülmektedir. En parlak zihinler, ölümün anlamını bulmakla meşgul değiller; onlar hastalıkların ve yaşlanmanın altında yatan nedenleri anlamak ve mücadele etmek üzerine odaklanmışlardır. Yeni ilaçlar, devrim niteliğinde tedaviler ve yapay organlar geliştirerek insan ömrünü önemli ölçüde uzatmayı ve belki de bir gün ölümü tamamen yenmeyi hedeflemektedirler.

Bir Ölümün Anatomisi: Fatih Sultan Mehmet ve Mareşal Hastalığı

Fatih Sultan Mehmet’in, ağır bir gut hastalığından muzdarip olduğu söylenir. Gut, eklem iltihabına yol açan bir hastalıktır ve “nekris” olarak da bilinir. Bu hastalığın o dönemde tedavisi zor veya imkansız olarak kabul edilirdi ve genellikle geleneksel yöntemlerle, yani “kocakarı tıbbı” ile palyatif (semptomları hafifletmeye yönelik) tedaviler uygulanırdı.
İlber Ortaylı’nın aktarımına göre “mareşal hastalığı”, tarihsel olarak gut hastalığı için kullanılan bir tabirdir. Gut, özellikle protein açısından zengin gıdaların (et gibi) tüketilmesi ve fiziksel aktivite eksikliğiyle ilişkilendirilir. Fatih Sultan Mehmet’in et yiyip, sürekli fetih için at üzerinde olması ve ayaklarının şişmesi gibi semptomları hastalığının mareşal hastalığı olarak anılmasının nedenleri.
Fatih Sultan Mehmet’in ölümüyle ilgili olarak, zehirlenme iddiaları da tarih boyunca dile getirilmiş. Ancak Fatih’in ilacının Venedikli bir doktor tarafından hazırlandığı ve bu şekilde zehirlendiği iddiası; kesin bir bilgi değil, tarihi bir spekülasyon veya rivayetten ibaret.
Sonuç olarak; 1498 yılında, askeri zaferleri ve idari reformlarıyla tanınan Osmanlı tarihinin önemli bir figürü olan Fatih Sultan Mehmet; Gut hastalığının yıkıcı etkileriyle 49 yaşında hayatını kaybetti. Zamanında modern tıbbi bakımın olmaması ve hastalığın diyetle ilişkisi dahil yeterince anlaşılmamış olması, bugün yönetilebilir bir kronik durum olarak görülebilecek bu hastalığı, Sultan için ölümcül bir hale getirmişti.

Destandan Günümüze: Modern Çağda Ölümle Mücadele

19. ve 20. yüzyıllar, aşıların geliştirilmesi, antibiyotiklerin keşfi ve sofistike cerrahi tekniklerin ortaya çıkışı gibi çığır açan ilerlemelere sahne oldu. Tıbbi ilerlemeler, bulaşıcı hastalıklardan ölüm oranlarını önemli ölçüde azalttı ve çeşitli hastalıkları iyileştirmenin yolunu açtı. Tıptaki gelişmelerin en dikkat çekici sonuçlarından biri, yaşam
beklentisindeki dramatik artıştır.
Premodern dönemde sadece 25 ila 40 yıl olan ortalama yaşam beklentisi, küresel olarak yaklaşık 67 yıla ve gelişmiş ülkelerde yaklaşık 80 yıla fırladı. Bu artış, modern tıbbın bir zamanlar ölümcül kabul edilen hastalıklarla mücadeledeki etkinliğinin bir kanıtıdır.
Bilim ve teknoloji çağında, Gılgamış kaçınılmaz olanla mücadelemizi simgelemeye devam ediyor. Doğal düzene meydan okuyarak, yeryüzü varlığımızın sınırlarını genişletmek için sürekli çaba gösteriyoruz. Tıbbi harikalar sayesinde hayatı uzatma çabalarımız, Gılgamış’ın yolculuğunu yansıtıyor ve hayatın geçici doğasının ötesine geçme arzumuzu ortaya koyuyor.
Yolumuz, Gılgamış’ın yolu gibi, belirsizlikler ve ahlaki sorunlarla dolu. Ancak, bu yolculuk bizi tanımlıyor ve kaderimizi anlama ve yönlendirme arayışımızda bizi ileriye taşıyor. Ölümsüzlüğün son cevabını bulamasak da, arayışımızda insanlığımızın özünü keşfediyoruz: hayal kurma, hedef belirleme ve ölümlü sınırlarımızı aşma yeteneğimizi..

Derya ULUSOY/Felsefeci

Derya ULUSOY/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 11 Aralık 2023