ANLAŞILMANIN İMKANSIZLIĞI ÜSTÜNE!

0

ANLAŞILMANIN İMKANSIZLIĞI ÜSTÜNE!

Anlaşılma isteği, insan dediğimiz canlı türünün en önemli ve temel sorunu değilse nedir? İlk önce anlatmayı başarmak elbette. Peki dinleniyor muyuz ? Kafamızda dolaşan o şeylerin ne kadarını kelimelere dökebiliyoruz?

Ne kadarı karşıdakinde değerini buluyor ya da bırakın değerini bulmasını ne kadarı gerçekten dinleniyor ?

Yoksa karşımızdaki sadece dinlemiş gibi yaparak sırasını mı bekledi ? Sazı eline aldı o da konuştu, siz dinlediniz mi ?

Hayır, hayır öyle olmadı… Hiçbir şey olmadı. Bazı konuşmalar, bazı konuşmalar olarak öylece havada asılı kaldılar. Kimsenin duygusu kimseye yeterince geçmedi.

Gerçekçi olalım tam anlamıyla anlaşılmak tabii ki mümkün değil. Çok mu umutsuz bir yaklaşım oldu ?

İlk insanların ne yaptığıyla ilgili fikrim yok fakat sonrasında bu konu üzerine tüm zamanlarda yazılıp çizildi. Herkesin anlatacak bir şeyleri oldu, herkes anlattı. Her birimiz bazen anlatan bazen dinleyen olduk. Düşündük dedik ki mesela; Biri diğerinin derdine benzer şeyler yaşamamışsa eğer o diğerinin ne duygulara girip çıktığını anlayamaz.

Veya karşındakini anlayabilmek ilkönce kendini anlamaktan geçiyor. Belki insan kendini dinlemeyi öğrenmeli, yani karşısındakinden önce kendini çözmeli.

İnsanların hiçbir şeye vakti yok, hiç olmadı ve hiç olmayacak. İnsan yalnızdır. O kadar büyüktür ki yalnızlığı, binlerce bedenin arasından hiçbirine kulak vermeden ilerler. Yalnızlık fazlaca kalabalıktır aynı zamanda. Aslında bir insan ne kadar çok kalabalıklara karışmak istiyorsa o kadar yalnızdır. Herhangi bir dünya gezegeni sabahında başını şöyle ellerinin arasına alıp, gözlerini kapatıp kendine kulak vermemiştir, bunu gezegenimizin yirmi dört saatlik bir gününün herhangi bir dakikasında dahi yapmamıştır. Kendini dinlemeyen insan karşısındakini nasıl dinleyebilir ? Bu durumda anlamak konusuna girmeye hiç gerek yok.

Sessiz kalmayı seçebiliriz ve zaten sessiz insanlar kanımca zamanında anlatmayı bir hayli denemişlerdir. Herkes zihninin kaldırabileceği kadar yükü taşır. Asıl olan şu galiba; Anlatmaktan vazgeçmek, anlattıkça zihnimizin yükünün aslında artıyor olduğunu fark etmekle başlıyor. Bunu fark edince anlaşılmak ve dinleniyor olmayı bir tür hafifiletici, tedavi edici bir şey gibi görmekten vazgeçmek, sessizliği başlatıyor.

Şöyle düşünelim; Gün içinde kafamızda dönüp dolaşan bir dolu şey var evet. Geçmiş, gelecek, işte zor bir çocukluk gibi travmalar, hayata dair sürüyle sorun, endişe v.s. Bunları anlatmakla sanki görünür hale getirmiş, soyutken somutlaştırmış olmuyor muyuz ? Sadece zihnimizde dolaştıklarında o kadar da etkili değil gibiler.

Peki konuşmayalım mı ?  Çay demleyip ya da kahvemizi yapıp dertleşmeyelim mi ? Herkes susarsa çok sessiz kalmaz mıyız ? Evet hep anlattık ve anlatmaya da devam edeceğiz. Sadece anlaşılmak konusunu kafamızda fazlaca büyütmemek bir tür mutluluk anahtarı gibi cebimizde dursa iyi olur. Anlaşılmak ne kadar imkansızsa anlatmakta bir o kadar iyileştirici  değildir aslında.

Aynı dili konuştuğumuzu sandığımız insanların, hadi olumlu bir şey söylemiş olayım “hemen hemen” diyeyim, hiçbiriyle aynı dili konuşamıyoruz. Çok mu ağır oldu ? Farklı düşünüyor olabilirsiniz ne mutlu size. Bir gün gerçekle yüz yüze gelebilirsiniz hazır olun. Böylece hayal kırıklığınız biraz daha hafif olur umarım.

Şimdi öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, zaten kimse kimseyi dinlemiyorken bir dolu yabancı aramıza katıldı, eh bir habitatımız vardı o da bozuldu. Bunu da geçelim bizler bu toprakların insanları yakında karnımızı doyuramayacak hale geleceğiz galiba. Durum buyken ne anlaşılması, ne anlatması diyebilirsiniz.

Oysa unutmamamız gereken anlaşılmak konusunun karnımızı doyurmak kadar önemli olduğu. Bu topraklarda yaşam hiçbir zaman kolay olmadı. Şu son dönemler kadar da zor olmadı sanki. İnsanlarımızın ötekileştirilmesi sorunuyla uğraşırken, sığınmacı popülasyonun bizlere dahil olmasıyla işler cidden sarpa sardı. Farklı diller, farklı toplumlar ve kültürler, fakirlik, aşırı zenginlik, haksızlık, zorbalık, dini kendine göre yorumlayıp (anlamayıp ve çarpıtıp) ortada gezenler, bunları görüp (dinini anlamaya çalışmayıp) kendini dinsiz ilan edenler, çarşafla gezenler, neredeyse çıplak gezenler….Küçük insanların gölgeleri ne kadar büyüdü bu ülkede. Bu kaos içinde, anlatmak ve anlaşılmak ne kadar önemli olurdu, mümkün olsaydı !

Tam burada değerli yazarımız Nazan Bekiroğlu’nun Nun Masalları adlı kitabından bir alıntı yapacağım;

“Hiçbir azabın anlaşılamamak dahası yanlış anlaşılmak kadar büyük olamayacağını fark etti.

Çünkü yanlış anlaşılmak beraberinde yanlış anlamayı da getiriyordu.”

Şöyle bir düşünelim; Anlamıyoruz, anlaşılmıyoruz ve sonuç : Yanlış anlıyoruz! Nasıl büyük bir kaos değil mi ?

Burada bitirmeyeceğim çünkü yaşam umudu kaybetmeyi hak etmeyecek kadar değerli bir armağan. Kaos kendi içinde bir düzen barındırır. Sonra bir sabah uyanırız ve dağılan puzzle parçalarının teker teker yerlerini bulduğunu ve yeni resmi oluşturduğunu görürüz. Diğer yandan entropiyi hatırlatacağım. Bu felsefede de yerini bulmuş bir fizik yasasıdır daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim.

Şöyle ki; Var olan her şey bir sona ulaşacaktır, her şey dağılmaya ve onu oluşturan parçalara ayrılmaya mahkumdur. Önemli olan durumun kendisi değil, sürecin kendisidir. Bu evrendeki durumlar, soyut düşünme haricinde kesinlikle mutlak olarak her an akış halindedir.

Bir toplumda işler yolunda gidiyorsa eğer yeni düşüncelerin doğması ve gelişmesi de söz konusu değildir. Bunalım zamanlarında, insan sorgular; Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz ?

Kısaca entropi wikipedia’ya göre;

-Düzen düzensizliği yaratır.

-Düzenin anlayamadığımız hali (kaos) varsa ki illaki olmalıdır bundan dolayı
düzensiz diyemeyiz. Yani düzenin dışına çıkmak imkansızdır.

-Düzensizliğin içinde de bir düzen vardır.

-Düzen düzensizlikten doğar.

-Yeni düzende uzlaşma ve bağlılık kısa süreli olarak kendini gösterir.

-Ulaşılan yeni düzen, kendiliğinden örgütlenen bir süreç vasıtasıyla kestirilemez bir yöne doğru gelişir.

İşte yaşıyoruz, nehrin suları bulanık ve kuvvetli akıyor kapıldık gidiyoruz.

Tanrının bir hediyesiydi bizlere MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.

Her şeyi baştan yazdı, kaosu güçlü bir düzene çevirmeyi başardı. Onun gibisi gelir mi ? Yok vazgeçtim azıcık ona yanaşsın yeter, olur mu ? Bilemem!

Sevgiyle kalın, umut her daim baki !

Hüma SEVİM

humasevim02@gmail.com

HümaSEVİM/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

Yazarın Tüm Yazıları

www.kentekrani.com 21 Ekim 2023