BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK “MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEKLE” ÖZDEŞTİR” (7. BÖLÜM)

0

BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK “MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEKLE” ÖZDEŞTİR” (7. BÖLÜM)

BOĞAZ VAPURLARI EN SAMİMÎ DOSTLARIMDI
(2. Bölüm)

“1940’lı, 1950’li yıllarda, Galata Köprüsü’ndeki iskelelerden günün muhtelif saatlerinde Boğaz’ın her iki yakasına uğrayacak tarifeli Şehir Hatları vapurları kalkardı. Yeniköylü minik Memo için bunlardan ikisi diğer seferlerden daha farklı bir anlam taşıyordu. Bu vapur seferlerinden ilki akşam saat 17.00 civarında Köprü’den hareket ederek Rumeli kıyısındaki iskelelere uğrayan ve kalkışından bir saat kadar sonra Yeniköy’e yanaşan vapurdu ki, bazı günlerde Babasını, bazen de hem Babasını hem Dedesini Karaköy’deki yazıhanelerinden akşam eve dönüşlerinde getirirdi. Babacığına akşam işten eve dönüşünde ne güzel bir karşılama yapardı küçük kardeşiyle. Hele torunlarına tarifsiz bir sevgiyle bağlı olan Dedelerini elindeki küçük armağanlarla vapurun çıkış sahanlığında gördüklerinde tarifsiz hazlar duyarlar, vapurun bir an önce iskeleye yanaşmasını beklerlerdi.

Bu “dilenci vapurunun” (Boğaz’daki iskelelere uğrayan vapurların halk arasındaki tanımı) kalkışından yarım saat kadar sonra, Köprü’den kalkan bir başka Boğaz vapuru ise hiçbir ara iskeleye uğramadan, dosdoğru Büyükdere’ye giderdi. Bu vapura halk arasında Büyükdere Doğrusu adı verilmişti.

Büyükdere Doğrusu ve Boğaz Hattı’nın Rumeli Yakası’ndaki tüm iskelelere uğraya uğraya gelen akşam vapuru, Galata Köprüsü’nden kalkışlarında aralarında olan zaman farkı nedeniyle İstinye ile Yeniköy İskeleleri arasında bir yerlerde kavuşurlardı. Bir nevi yarışı andıran bu yetişme sırasında iskelelere uğrayarak gelen dilenci vapuru Yeniköy İskelesi’ne yanaşmak üzere hız keserken, Büyükdere Doğrusu onu sancak tarafından sollardı. İşte o bembeyaz ve kuğular gibi süzülerek yaklaşan iki vapurdan daha yavaş olanının adı bu nedenle biraz daha önce okunabilirdi. Ardından hızla öndekine yetişen, burnuyla denizi yararak, ardında dümen sularından beyaz köpükler savurarak seyreden Büyükdere Doğrusu’nun adı okunurdu. Hatta bazı günlerde, doğru’nun dilenci vapurunu yalarcasına yakınından geçtiği, dalgalarının hız kesen bu vapuru bayağı salladığı da görülürdü.

Kaptanların aralarında bir nevi şakalaşma vesilesi yarattıkları, dümenlerini tuttukları bu efsane gemilerin tüm güzelliklerini kıyıdan onları temaşâ eyleyen (keyifle seyreden) Boğaz halkına sergilemek istedikleri anlaşılırdı. Yolcular ve halk tarafından sevilen, sayılan bu kaptanların gemileri ile adeta özdeşleştikleri görülüyordu. Kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olan bu tarihî yüzer anıtlarla birlikte olmaktan kıvanç duydukları kaptanların gözlerinden okunurdu. Her vapurun kaptanı kendi gemisiyle özdeşleşmiş, sanki mâhir bir binicinin, bir usta jokeyin atıyla adetâ bütünleşerek kurduğuna benzer ilişkiler kurmuştu. Zaten o dönemde gemilerin kaptanlarına belki bu nedenle “süvari” de deniliyordu.

Kaptanlar, gemilerini Boğaz’da yarıştırırken, hem seyir güvenliği açısından hem de halkın, özellikle Memo gibi vapurseverlerin kıyıdan onları selamlamalarına ve isteklerine uyarak vapur düdüklerini (sirenlerini) çalarlardı. Buharlı gemilerin düdük sesleri, çok sayıda değişik uyarı ayrıntısını iletmek konusunda ustalaşan kaptanların ellerinde müthiş bir iletişim aracı olmuştu. Tehlike uyarı düdükleri, manevra sırasında,  iskelelere yanaşma öncesinde çıkarılan uzun ve kısa ötüşlü sesler, geminin iskeleden kalkışında memurlara, çımacıya ve yolcularına veda edişi daima birbirinden farklıydı.

Velhasıl bu düdük seslerinin baca önünden fışkıran bembeyaz buharlı görüntüleri Memo’yu adeta büyülerdi. Bir kısa ve ince “vuuut” sesinin ardından, uzun ve yüksek perdeden boğuk bir “vuuut” sesinin, üstelik giderek şiddetini arttırarak peş peşe gelişi, Memo’yu sevinçten havalara zıplatabilirdi. Küçük Memo, yazları akşam saatlerinde giderek artan deniz trafiğinde gelip geçen irili ufaklı gemilerin martıların şarkılarına karışan bu mini konserlerini dinlemeyi o kadar çok severdi ki, kış aylarında deniz kıyısından uzak kaldığı günlerde, tarifsiz bir biçimde o sesleri özlerdi.

Vapurların düdük seslerine olan özlemini gidermek için Gümüşsuyu’ndaki kışlık evlerinin penceresinden Üsküdar’a, Kabataş’a ve Haydarpaşa’ya doğru bakar, o güzelim vapurların seyirlerini, manevralarını ve düdük çalmalarını heyecanla izlerdi. Akrabalarını ziyarete gidecekleri günler yaklaşırken Kadıköy’e, Moda’ya ve Adalar’a yapacakları vapur seferlerini düşlerdi. Ama en çok Mayıs ayını iple çeker, Yeniköy’deki yalıya gidecekleri günün işaretlendiği Saatli Maarif Takvimi’nden sabırsızlıkla kopardığı yapraklardan takip ederdi..

Hele Boğazın o zarif vapurları, gelinler gibi bembeyaz boyalı tekneleriyle, süslenmiş güverteleriyle, balkonları salkım saçak güleryüzlü insanlarla dolu , can simitleri ve cankurtaran filikaları önde güverte küpeştelerine, orta ve arkalarda pencere önlerine, inci gerdanlıklar gibi dizilmiş olarak, bayram günlerinde rengarenk flâmalarla bezenerek geçmezler miydi? Memo’nun yüreğinde bir heyecan fırtınası kopardı o taze boyalı, pirinç aksamı parlak cilâlı ve gıcır gıcır bakımlı vapurlar geçerken önünden… Vapurların bacalarındaki renklerde sarılar sarıydı, kırmızlar kırmızı, beyazlar da bembeyazdı…Bacaların silindirik yuvarlak çevrelerinde sağda ve solda duran, ay-yıldızlı, kırmızı çapraz çift çıpalar (Denizyolları’nın logosu) ne de yakışırdı o âbidelere? Boğaz’ın masmavi sularında, bembeyaz köpükler fokurdatarak seyreden o beyaz teknelerin her birinin ayrı bir zerâfeti, ayrı bir asâleti vardı. Memo gemilerin herbirindeki farklı güzelliklerin ayırdındaydı ve onları belleğinin özel bölgelerine birer birer nakşetmişti.

Fakat bu gemilerin arasında öyleleri vardı ki, onların apayrı konumları vardı çocuğun benliğine işlemiş olan. Bunlar Memo’nun gözünde yaşayan birer kahraman, birer efsâne idiler. Nasıl olmuştu da bu gemiler onun gönlünde sultanlar gibi taht kurabilmişlerdi?

İhtiyar bir Hasan Dayısı vardı Memo’nun ki  Anneannesinin büyük erkek kardeşi oluyordu. Emekliye ayrılmış bir deniz subayı ve sessiz sedasız köşesinde gazetesini okuyan, heybetli, boylu poslu, davudî tok sesli bir ihtiyardı Hasan Beyefendi. Müzmin bekâr olan Büyük Dayısı’nın çok önemli bir özelliği vardı ki O’nu minik yeğeninin gözünde yüceltiyordu. Hasan Bey, Çanakkale Savaşları’nda ve Ulusal Kurtuluş Savaşımızda önemli yararlılıkları, kahramanlıkları bulunan, Ülkemizin ilk deniz uçağı pilotlarından, eskilerin deyimiyle “bahriye tayyarecilerinden” biri idi. (Yeşilköy’deki Havacılık Müzesi’nde eski bir fotoğrafı sergilenmektedir.) Hasan Bey, bazı günler sabahtan akşama kadar hiç sıkılmadan minik yeğeniyle meşgul olur, onunla arkadaşlık, yârenlik yapardı. Özellikle Memo’ya Çanakkale Harbi’nde ve Kurtuluş Savaşı’nda neler yaptıklarını, neler yaşadıklarını, düşman kuvvetlerine belli etmeden, saklanarak, gizlenerek havadan ve denizden nasıl bilgiler topladıklarını anlatırdı. Bir de kocaman, bitmez tükenmez bir macera ve efsane konusu vardı ki o Memo’nun son derecede ilgisini çekerdi. Bu muazzam destanda Şirketi Hayriye gemilerinin Karadeniz ve Marmara’da, Çanakkale’de, Türk Askerlerini, Mehmetçikleri (buradaki Mehmetçik sözcüğü ile kendi adı olan Mehmet arasında beyninde birebir bir ilişki kuruverirdi minik Memo) cepheye nasıl taşıdıklarını, bu gemilerin kahraman, yiğit süvarilerinin (kaptanlarının) kumandasında, Balkan ve Çanakkale Savaşları’nın çatışmaların en şiddetli olduğu, en heyheyli günlerinde cephelere ayrıca mühimmat, cephane ve yiyecek-içecek de taşıdıklarını, gecelerin karanlığında düşmana sezdirmeden, mayınlanmış sulardan olabildiğince sessizce, usulca geçerek hedeflerine ulaştıklarını anlatırdı. Memo bu dinlediklerini defalarca yinelemesi için Hasan Dayısı’na yalvarır, gemilerin kahramanlık öykülerini belki onlarca kez anlattırırdı…

İğneada önlerinde düşman gemilerinin yaylım ateşine tutularak ağır yaralanan, ancak yine de cepheye Mehmetçikleri, silâhları, cephaneleri salimen ulaştıran 63 numaralı Sütlüce Vapurunun öyküsünü mü istersiniz, (13 Kasım 1917 tarihinde, sabah saat 05.40’ta Pylkij ve Bystryi adlı iki Rus savaş gemisi tarafından başlatılan İğneada-Trakya Karadeniz Kıyıları bombardımanında Sütlüce iki mermi isabeti birden almıştı.), yoksa düşman denizaltılarından kaçarken torpillenmemek için Selimpaşa-Kumburgaz sahillerine baştankara yapan 68 numaralı Güzelhisar’ı mı dinlersiniz? (5 Temmuz 1915 tarihinde Marmara’da seyrederken İngiliz denizaltısı E-11’in saldırısına uğramıştır.) Hasan Bey, bıkmadan, usanmadan, tok ve radyofonik ses tonuyla, havada uçan mermilerin, denizde hedefe yaklaşan torpidoların seslerini taklit ederek, gemilerdeki personelin telaşına ve korkusuna karşın kahraman kaptanların sükûnet ve soğukkanlılıklarını muhafaza edişlerini bir sinema filmi kadar ayrıntılı olarak anlatırdı. Elbette bütün bu kahramalık öykülerini, onları bizzat yaşamış ve gözleriyle izlemiş olan bir kahramanın ağzından dinlemek bambaşka bir haz veriyordu çocuğa. Bunların sonucunda, Şirketi Hayriye’den, Balkan ve Çanakkale Savaşı’ndan günümüze kadar gelen bu kahraman gemiler çocuğun gözünde yaşayan birer efsâne olup çıkıyorlar, zinde belleğine iyice kazınıyorlardı.

Memo büyüdü, ortaokul, lise öğrencisi oldu. Okulu Tünel’deki Alman Lisesi idi. Yeniköy’den saat 06.30’da kalkan sabah vapuruyla okuluna giderken yaptığı keyifli yolculuklar boyunca derslerini gözden geçirme olanağı bulurdu. Okul dönüşlerinde Köprü’deki Boğaz İskelesi’nden bindiği vapurlarla eve dönüşünden ayrı bir haz alırdı Memo. 74 Altınkum Vapurunun 45 süvarisi İsmail Kaptan’a Almanca dersi veriyor, karşılığında bazı iskeleler arasında dümen tutuyor, kaptan köşkünde kendisine ikram edilen tavşankanı çayları içiyor, çıtır simitleri tadıyordu. Yeni yetme bir Boğaz Çocuğu için bundan daha keyifli bir yaşam da düşünülemezdi doğrusu…

Televizyonların, bilgisayarların, cep telefonlarının bulunmadığı, ancak ailelerdeki gençlerle yaşlıların arasında sıcak ilişkilerinin var olduğu, dedelerin, ihtiyarların tatlı tatlı anlattıkları kahramanlık öykülerinin minikler tarafından can kulağı ile dinlenildiği dönemlerdi 1940’lı ve 1950’li yıllar.

Yakın tarihimizin, Balkan ve Çanakkale Savaşlarımızın isimsiz kahramanlarından olan o güzelim vapurlar Şirketi Hayriye’den devralınarak Denizyolları’nın Şehir Hatları İşletmesine geçmişlerdi. Boğaz vapurları o yıllarda iyi bakımlı ve pırıl pırıl tertemiz durumdaydılar. Gemilerin sadece güvertelerinin, bordalarının boyalarının değil, aynı zamanda metal donanımlarının, halat babalarının, manikalarının, kurtağızlarının, kazan dairelerindeki tüm pirinç ve bakır aksamın sürekli bakımlarının yapıldığını,  metal aksamın gemi tayfası tarafından sık sık kaville (bakır ve pirinç metal parlatıcı solüsyon) parlatıldığını izlerdik. Elbette bu gemilere kumanda eden kaptanlar da Kurtuluş Savaşımızın kazanılması için nice kahramanlıklarda bulunan, destanlar yazan eski kaptanların halefleri, onların denizcilik geleneğinden yetişen evlâtları idiler.

Kaptanlar, çarkçıbaşılar ve tüm gemi personeli günün sınırlı olanaklarına karşın gemilerinin saat gibi işlemesi için özveriyle çalışmaktaydılar. Onlar vapurların makine dairelerinden güvertelerine, direklerinden pervanelerine kadar her köşesinin daima pırıl pırıl görünmesi ve işlemesi için büyük bir şevkle ve aşkla görev yapmaktaydılar.

Vapurların hem Kentimizdeki yaşamın hem de İstanbul Boğazı’nın bir simgesi olduğunu her İstanbullu mutlaka bilmelidir. Hangi İstanbullu Boğaziçi’ni iskeleler arasında mekik dokuyan vapurlarından ayrı olarak tahayyül edebilir? İstanbul’da yaşayıp da Boğaz’da vapur gezisi yapmak için, Adalar’a, Modalar’a keyifli bir vapur yolculuğuyla gitmek için fırsat kollamamak olası mıdır? İstanbul’un gizemini ve değerini içinden okyanuslara ulaşan denizin geçmesi, kentin denizlerle çevrili olması ve o suların üstünde vapurla yolculuklar yapılması arttırmaz mı? O vapurlar ki İstanbul’un kent belleğine işlenmiş vazgeçilemez yolcu taşıma araçları oldukları kadar İstanbul’da yaşamanın ayrıcalığına işlenmiş nâdide sanat eserlerimiz de değil midir?

Şayet İstanbullular önümüzdeki dönemlerde vapurlarını geleceğe taşıyamazlar ise İstanbul kimliğinden, ruhundan ve karakterinden çok önemli bir unsuru, dahası en önde gelenlerinden birini yitirmiş olur. İstanbul’un somut ve soyut kültür varlıkları arasında bizzatihî vapurlar, vapurlu ulaşım ile vapurlu yaşam kesinlikle yer almalıdır. Hem de bir olmazsa olmazlık koşuluyla.

Bu nedenle, Boğaz vapurlarından en azından beş adedi için, bunları müze ya da anıt gemiler olarak geleceğe taşımak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu bir karar almalıdır. Boğaz vapurlarını, İstanbul’un “kültür varlıkları”, “kültür mirası” eserleri oldukları gerekçesiyle kayıt altına alınarak tescil edilmelerini ve sonsuza dek işlevsel olarak yaşatılmalarını sağlamalıyız.

Almanlar, Avusturyalılar, İsviçreliler nehirlerde ve göllerde yüz yaşını aşkın yandan çarklı, buhar makinalı gemilerini üstelik tam orijinal şekilleriyle yaşatabiliyorlar. Bu gemileri yaşatan sivil toplum örgütlerinin yöneticilerini, onları kiralayan, nehir ve göllerde turistik gezilerde kullanan firmaların sahiplerini yakından tanıma fırsatını buldum. Onlar bu tarihi gemilerin güzel örneklerini geçmişten geleceğe başarıyla taşımışlardı. Bu ülkelerin vapurseverleri eğitim ve kültür düzeylerinin yüksek olmaları nedeniyle tarihi gemilerini kültür varlıkları kabul ediyorlardı. İsviçre’deki dernek üyeleri kendi aralarında para toplayarak yandan çarklı buharlı gemileri baştan aşağıya restore etmişler, gemilerin tüm donanım, aksam ve makinalarını aslına sadık kalarak yenilemişlerdi. İsviçre’nin deniz kıyısı yoktu, ülke bir denize açılmıyordu ama halkının ufku genişti. İsviçre’nin Denizcilik Bakanlığı vardı…

Biz İstanbullular, kentimizde görkemli bir denizcilik ve deniz tarihi müzesinin kurulmasını bekliyoruz. Bu konuda denizcilikle ilgili olan tüm yetkilileri göreve çağırıyoruz: Geliniz İstanbul Sivil Denizcilik Müzesini daha fazla vakit geçirmeden kuralım. İstanbul’un simgesi olan Boğaz Vapurlarını Kentimizin kültür varlıkları olarak koruma altına alalım. Bunların arasından belirli kıstaslara uyanları kayıt ve tescil edelim. Boğaz’ın gelinlerini güvenle geleceğe taşıyalım.

Bunun yanısıra, tarihi gemilerimizin kaptanlarının ve mürettebatının isimlerini, kahramanlık öykülerini, yıllar boyunca Ülkesine ve milletine yaptıkları hizmetlerini daimi bir denizcilik sergisinde gelecek nesillere aktaralım.

Sanat ve edebiyatta “Boğaziçi Medeniyeti”nin beşiği olan ve İstanbul’a hayat veren bu bölgenin en önemli simgelerinden sayılan Boğaz vapurlarının birer ikişer yok olup gitmesi biz İstanbullular için ne anlama geliyor? Ya da onlara ait iskelelerin giderek işlevsiz hale getirilmelerine, buraların vapurların uğrak yeri olmaktan çıkarılıp lokanta ve cafelere (örnek: Rumelihisarı İskelesi) dönüştürülmelerine tepki veriyor musunuz?

İstanbul halkının Boğaz’da vapurla yolculuk yapma alışkanlıklarının yok edilmesinin ağır bir sorumluluğu ve vebâli olmalı diye düşünüyorum. Çünkü Boğaz’ın dünyada eşi benzeri olmayan güzellikteki coğrafyası İstanbullulara deniz yoluyla yapılacak toplu taşımacılık için son derece elverişli koşullar sunuyor. Kıyıya yakın semtlerde oturan halk kadar yamaç ve tepelerdeki semtlerde oturanlar da kıyılardaki iskelelere gelip vapurlara binebilirler. Boğaziçi’nin tüm İstanbul’a, Kavaklar’dan Üsküdar’a, Kadıköy’e, Tarihi Yarımada’ya ve Haliç’in civarındaki semtlere kolay ve rahat ulaşım olanakları sunma ayrıcalığı yadsınamaz. Kıyı semtlerindeki vapur iskelelerinin civarında, lastik tekerlekli karayolu araçları ile raylı toplu taşıma sistemlerinin vapur seferleriyle eşgüdümlü işletileceği ulaşım merkezleri kurulabilir. Rumeli ve Anadolu yakaları arasında çok işlek olan Kabataş-Üsküdar terminal istasyonlarına  başka seçenekler de eklenebilir. Boğaz’ın iki yakası arasındaki karşılıklı ulaşımın getirebileceği kolaylıklar düşünülerek belirli ring seferler ihdas edilerek karayolu taşımacılığının yükleri azaltılabilir, zamanla asgariye indirilebilir. Bu ring vapur seferleri için uygun seçenekler vardır:
1)Arnavutköy-Kuzguncuk-Vaniköy-Ortaköy-Arnavutköy,

2)Bebek-Kandilli-Kanlıca-İstinye-Emirgân-Bebek,

3) Yeniköy-Beykoz-Paşabahçe-Yeniköy,

4) Yeniköy-Tarabya (Büyük Tarabya Oteli’nin önünde Tarihi Tarabya İskelesi yeniden yapılmalıdır)-Büyükdere-Sarıyer-Rumelikavağı-Anadolukavağı-Beykoz-Yeniköy.

Bedava asfalt dediğimiz denizden kesinlikle çok daha fazla yararlanılmalıdır. En temiz, en ucuz, en konforlu ve İstanbul’a en fazla yakışan toplu taşımacılık olanaklarını İstanbullulara sunan deniz taşımacılığının toplu taşımdaki payı giderek arttırılmalıdır. Vapurla yolculuklar Şehir Hatları A.Ş. ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından düzenlenecek anlamlı tanıtım kampanyalarıyla halkımıza özendirilmelidir.  Bu konuda çalışan sivil toplum örgütleri, toplum önderleri Şehir Hatları’na tam destek sağlamalı, ortak tanıtım ve farkındalık yaratma kampanyaları düzenlemelidir.

Boğaz kıyılarındaki semtlerin dernekleri tarafından kurulan Boğaziçi Dernekleri Platformu ve İstanbul’da ulaşımla ilgili konularda uzmanlaşan İSAP İstanbul Seyahat Araştırmaları Platformu gibi sivil toplum kuruluşları, Şehir Hatları A.Ş.’ne bu vapur seferlerinden yararlanacak kitlelerin ilgisini çekmede ve halkımızın vapurlu yaşama uyum sağlamasında destek verebilir.

İstanbul’u İstanbullulara en uygun koşullarda yönetmeye talip olanlar makamlarında nasıl otururlarsa otursunlar fakat denize sırtlarını hiç dönmesinler. Boğaz’ın Kentimize  sunduğu mükemmel toplu taşımacılık fırsatlarını çok daha verimli biçimde kullanarak ulaşım sistemlerini günümüzdekinden daha konforlu, huzurlu ve verimli duruma getirsinler.

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 25 Ocak 2023

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here