KÖRÜ/ TÜRK HALKI 2023’E YENİ UMUTLARLA BAKMAK İSTİYOR

0
KÖPRÜ/ TÜRK HALKI 2023’E YENİ UMUTLARLA BAKMAK İSTİYOR
Türk toplumu her yönden zor bir dönemden geçiyor. Sürekli artış eğiliminde olan gıda – emtia fiyatları, kiralar karşısında eriyen maaşlar – gelirler nedeniyle insanların yaşam koşulları giderek ağırlaşıyor…Derinleşen ekonomik krizin sonucunda kapanan şirketleri, kepenk indiren işyerlerini, artan işsizliği kaygıyla izliyoruz…Emekliler geçinemiyor, çocuklar okula aç gidiyor, artan diplomalı işsizliğinin sonucu gençler yurtdışında iş arıyorlar…
İktidar ile muhalefet arasındaki siyasî çatışmanın büyümesi nedeniyle halkın  gelecek kaygısı belirginleşiyor…Düz mantıksal anlatımla, halk sözde demokrasiyle işleyen siyasetten ülkenin sorunlarını çözmesini beklerken tam tersi bir durumla karşılaşıyor: Çözümler yerine artan gerilim ve kavga ortamı…
Oysa zorlu bir coğrafyada yaşıyoruz, sınırlarımızın yakınlarında savaşlar bitmiyor, iç ve dış çatışmalardan harap düşen komşu ülkelerden kitlesel göçlerle gelen sığınmacıların sorunları ile boğuşuyoruz…Ege’deki gerilimi tırmandıran Yunanistan sürekli yeni tehditler savuruyor…
İşte tam da bu karmaşık ortamdaki Türk halkı tüm sorunların zirve yaptığı 2022’nin sona erdiği günlerden 2023 yılına yeni umutlarla bakmak istiyor…
Bekliyoruz ki, iktidardakiler demokrasiyi yaşatmak adına kesinlikle uzlaşıyı benimsesinler, farklı ve karşı görüşlere tolerans ve hoşgörü ile yaklaşsınlar…
Şimdi ihtiyacını duyduğumuz bu kavramları iyice anlamamız için tarihsel gelişimlerine yakından bakalım.
Bilindiği gibi kavramlar, içinde yaşadıkları kültür ile birlikte doğar, gelişir ve yaşarlar. Dilimize katılan yabancı sözcüklerin kavramlaşabilmeleri için, kültürümüzle tanışmaları, uyuşmaları ve bu doğrultuda anlam kazanmaları gerekir. Osmanlıca diye adlandırdığımız, Arapça, Türkçe, Farsça ağırlıklı, Batı dillerinden de katılımlarla oluşan yapay dilde ‘müsamaha’ olarak kullanılan ve görmezliğe gelme, göz yumma, hoş görme, aldırış etmeme, savsaklama anlamlarına gelen Arapça sözcük, günümüzde bazen hoşgörü, bazen de tolerans olarak kullanılmaktadır.
Aydın kişinin özelliklerinden olduğunu düşündüğümüz tolerans veya hoşgörü kavramlarını, bu yazımızda felsefi bağlamda ve eleştirel bir bakışla irdeleyeceğim. Bu bağlamda, insanı Duygu-Düşünce ve Eylem varlığı olarak ele alacak olursak, Tolerans ilkesi, bu kavramlara ilişkin olarak anlam kazanacaktır. Bu anlamları serimlemeye geçmeden önce Batı uygarlığında oluşmuş olan Tolerans kavramının tarihçesine kısaca bir göz atalım.
Tolerans sözcüğü, Latince ‘tolerare’ kökünden türetilmiş bir sözcüktür. Tolerans kavramı, Batıda geliştiğinden bağışlamaya yönelik duygusal bir kavram olan Hoşgörüyü de kapsadığı halde, Hoşgörü, Toleransın kapsadığı diğer alanlarda, “özellikle akılsallıkta” yetersiz kalmaktadır.
18. yy. başlarında, Batıda Tolerans sözcüğü, Hıristiyan toplumu çerçevesinde mezhep ve ayin özgürlüğünü tanıma anlamında alınırdı. Çünkü o sıralarda, mezhepleri ve dinsel ayin yöntemleri birbirinden farklı olan insanlar bundan dolayı birbirlerini hor görmeyecek olurlarsa, aralarında birlik ve beraberliğin sağlanması bakımından hiçbir engelin kalmayacağı sanılmıştı. Bu dönemde Tolerans sözcüğünün inanç literatüründe yer aldığını ve inanç sorunlarını çözme çabası olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Genel kültürle ilgileri bakımından, Antik Yunan ve Roma dinleri, uzunca bir süre toleranslı idiler. Bunlar, o tarihlerde, yabancı dinleri geçerli birer din olarak görüyor ve onlara tolerans gösteriyorlardı. Antik Yunan, toleranslı bir toplumun yapısının ilk örneğidir denebilir, çünkü orada yaygın ve tekelci bir devlet dini yoktu. Bu yapı, Antik Yunan uygarlığında ahlak, siyasi düşünce, sanat ve duyarlığın bütün alanlarında önemli ürünlerin ortaya çıkabilmesine olanak sağlamıştır.
Tarihte tolerans ilkesine bağlı ilk resmi bildiri olarak, M.Ö. III. yy.’da Hint Devleti Başkanı Asoka’nın, ülkesinde yaşayan Brahmanlar (Hindular) ile Budistlerin savaşlarına son vermek için, iki dinin eş ayrıcalıklı olmaları ve saygı görmeleri gerektiği konusundaki emrini görüyoruz.
Hintteki bu uygulamadan sonra 2. Tolerans Bildirgesi 313 yılının Şubat ayında Roma İmparatoru Konstantin tarafından, Milan Fermanı olarak yayınlandı. Fermanda “Paganların ve Hıristiyanların, diledikleri Tanrıya müdahalesiz bağlılık duyabilecekleri” vurgulanıyordu.
1689 yılında İngiliz düşünürü, liberalizmin babası, siyasal düşünce tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan John Locke’un (1632 – 1704) Tolerans Mektupları’nın etkisiyle, Papalık ve Kilisenin zorlamalarına karşın, Act of Toleration yeniden gündeme geldi. J. Locke yazılarında, “devletin dinsel kurumlardan arındırılmasını” savunuyordu. 1740’da Büyük Friedrich, Prusya kralı oldu ve yasaklanmış mezhepler ve tarikatlara tolerans tanıdı.
Büyük Roma İmparatorluğu gibi Osmanlı İmparatorluğu da çeşitli hakları ve inançları bünyesinde taşıması gereğince, yöntemin kolaylığı açısından, dinsel inançlar konusunda tebaasına toleranslı davranmaya özen göstermiştir.
Bu kısa tarihçeden sonra, Tolerans ilkesinin kazandığı anlamları başta belirttiğimiz Duygu-Düşünce-Eylem bağlamında irdeleyelim.
Duygu bağlamında tolerans, öznel konumda olup bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerinde Hoşgörü’lü davranmasını anlatır. Toleransın bu durumu bireyin şefkat, sevgi, arzu, bağışlama ve hoşlanmalarıyla bağlı olup, farklı durumlara göre kendini uyumlu kılabilmenin bir yöntemi olarak karşımıza çıkar. Böyle bir durumda, eski dille söyleyecek olursak tolerans, sabır, tahammül ve tennezzülü içerir. Anadolumuzda mutlu olabilmenin bir yolu olarak bu durum güzel bir deyişle dile getirilmiştir: “İncitme incinirsin.”
Duygusal hoşgörü olarak toleransın, farklılıklar karşısındaki uyumu, ahlaksal bir erdem olarak da kabul görmüştür.
Psişik yönden ise, tolerans kişinin değişik durumlar karşısında, kendini uyarlama yeteneği olarak, içsel dengelerin kurulduğu bir özgüveni yansıtmaktadır.
Düşünce bağlamında tolerans iki yönlü anlam kazanmaktadır. Birinci yönü, kişinin öznel düşünceleri ile duygulanımlarının karışımından doğan konularla ilgilidir ve kuşkusuz bu vicdanın alanına girer. Bu durumda tolerans bir özeleştiri, bir iç sorgulama ilkesi olarak belirir. Vicdanlı davranışlarda kişi kendini başkalarının yerine de koyarak bir iç değerlendirmeye gider. Kişi bu konumda tolerans ilkesiyle hak verebilme özelliğini kazanarak, çevresiyle ilişkilerini sağlıklı kılar. Ancak bu durum da daha çok kişisel ahlaka ilişkin bir durumdur.
Düşünsel bağlamın ikinci yönü ise, tolerans ilkesi önyargılardan arınmayı, farklı inanç, tutum, düşünce ve yaklaşımlarda haklılık payı olabileceğinin değerlendirilmesini içermekle, kişinin kendini geliştirmesine olanak sağlar. Bu durumda kişi, farklılıklar karşısında kendini yoklama ve yeniden değerlendirebilme olanağını bulmuş olur. Bu kuşkusuz, bilgiye bağlı olarak yetkinleşmeyi sağlar.
Bu üçlü dizgenin son basamağı olan Eylem bağlamında tolerans, ilk iki basamağın, eşdeyişle Duygu ve Düşünce’nin de içerildiği ve etkinlikle aşıldığı bir konumdadır. Burada eylemi, bilinçli ve amaçlı bir etkinlik olarak tanımlıyoruz. Eylem bağlamında tolerans, bireysellikten toplumsallığa etkin bir geçiştir. Eylemle ilgili olarak toleransın sınırları belirlenmek zorundadır, bu ise bize toplumsal anlaşmayı verir. Burada haklar, farklı bireyler ve farklı topluluklar arasında yasalı bir düzenlemeye gitmeyi gerektirmektedir. Bu noktada tolerans ilkesi, giderek özgürlüklerin, insan haklarının, laiklik, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün korunmasının kaynağını oluşturmaktadır.
Bir toplumda eğer farklı eğilimler eşit ya da eşite yakın bir değerde güç kazanmışsa, uzlaşmanın sağlanabilmesi açısından tolerans ilkesi zorunluluk olur. Buna karşın eğer baskın ve yaygın bir tekelci görüş topluma egemense, tolerans ilkesi sözlüklerde kalmış bir kavram olarak karşımıza çıkar, yâni gerçekleşme olanağı bulmaz. Ancak çağdaş demokrasiler, baskın görüş karşısında azınlıkların, hatta tek tek bireylerin haklarını korumayı en gelişmiş tolerans ilkesi olarak benimsemiştir.
Yukarıda sunmaya çalıştığımız, bu felsefi yaklaşımlardan sonra, günlük yaşamımızda toleransın sınırlarına bakacak olursak, onun şefkatle başladığını, değerlendirme ile sürdürüldüğünü ve umudun sona erdiği yerde bittiğini söyleyebiliriz.

 

M. Cemal Beşkardeş

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 25 Aralık 2022

Diğer Yazılar İçin Tıklayınız

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here