Coşkun KARTAL; SIRRI SÜREYYA ÖNDER BİR YIL ÖNCE VEFAT ETSEYDİ

0

DEM Parti Milletvekili, TBMM Başkanvekili, “Çözüm Süreci’nin” her iki girişiminde de İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan ile görüşen, daha sonra Kandil’e giderek kendisinin mesajlarını ileten heyetlerin üyesi, film yönetmeni ve senarist Sırrı Süreyya Önder, hayatını kaybetti.

Bana göre, kendisi 12 Eylül dönemini en güzel anlatan ve o dönemle açıkça alay ederken cuntanın yarattığı trajediyi en iyi ortaya koyan “Beynelmilel” adlı  başyapıtı çeken sinema yönetmeniydi.

Işıklar içinde uyusun!

  •       *       *

Sırrı Süreyya’nın ölümü, çok ilginç bir şekilde, siyaset kurumunun en fazla oy’a mazhar kurumların en üst düzeyinde birlik, ortak bir üzüntü görüntüsü yaratırken, bu kurumların tabanları karmaşık , hatta tam tersi duygular içindeydi.

Sosyal medya platformlarında “Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun” çizgisinden, “Allah taksiratını affetsin” dileğine doğru yapılan yumuşak geçişin ardından, “ama şehit çocuklarının da ahı var!” , “Ateşi bol olsun” lanetlemelerine uzanan görüş ayrılıkları ortaya çıkıyordu. 

Kızının , cenazesi başında,  çektiği çileleri anlatan konuşmasına, damadının olduğu iddia edilen servet “afişe edilerek” yanıt veriliyor, sanki doğruysa bile damadının servetinden kar sağladığına, o servetin sorumlusu olduğuna dair bir tek kanıt olmadan adeta yolsuzlukla suçlanıyordu.

Parlamento’da temsil edilen siyaset kurumu üyeleri ise, ilginçtir, iktidar unsurlarından ana muhalefetine kadar kendisine övgüler düzüyorlardı.

AKP grup başkan vekili ile CHP genel başkanı adeta rahmetlinin kendilerine ayrı ayrı rica ettiği vasiyetleri açıklama yarışına girmişlerdi. 

AKP grup başkan vekili anısına konuşurken  “ ölürsem arkamdan Şeyh Galip’in falanca şiirini oku” diye vasiyet ettiğini söylüyor ve. bunu yerine getiriyordu.

CHP genel başkanının açıkladığı vasiyet ise daha önemliydi.

Sırrı Süreyya Önder, Bir Cumhuriyet Şarkısı adlı filmin senaryosunu kendisinin yazdığını Özgür Özel’e söylemiş, ancak bunu bir sır olarak saklamasını,  öldüğü takdirde açıklayabileceğini  söylemişti.

Kendi partisinin  milletvekilleri, grup başkan vekilleri dururken neden AKP’li grup başkan vekiline bir vasiyette bulunduğu belli değildi.

DEM parti eş başkanları ya da Ahmet Türk gibi heyet arkadaşları dururken, neden Özgür Özel’den bir senaryonun kendisine ait olduğunu öldükten sonra açıklamasını istediği de meçhuldü.

Zira, bu tür vasiyetler, öldükten sonra sağken bilinmesini istemediği ilişkiler ya da düşüncelerin açıklanması anlamına gelebilirdi.

Örneğin,AKP’lilerle bu denli yakın olduğunun ya da Cumhuriyet döneminde meydana gelen bazı ilerlemelere duyduğu “hayranlığın” kendi mahallesinde rahatsızlık yaratacağını düşünüyor olabilirdi.

Bu arada, Meclis’teki anma töreninde MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin,  resmine bakarken “şefkatle” yüzünü okşaması da kamuoyuna enteresan gelmişti.

 Çünkü aynı Bahçeli, çok değil bir iki yıl önce DEM  partinin öncülü olan HDP için, “Anayasa Mahkemesi derhal bu partiyi kapatmalı, kapatmazsa kendi de kapatılmalıdır!” tarzında konuşmalar yapıyordu.

Tabii, kısa süre önce “ Öcalan Meclis’e gelsin, DEM parti grubunda PKK’ya kendini feshetme çağrısı yapsın” deyince ve Öcalan’dan çağrı, PKK’dan da şimdilik olumlu görünen yanıt gelince buzlar erir gibi olmuştu.

Hatta Sırrı  Süreyya , Bahçeli’nin kişisel ilişkilerde ne kadar düşünceli ve zarif olduğunu dile getirse de, bu ölünce resmini okşayacak kadar bir muhabbet ortamı yaratmış mıydı, o da bilinmiyordu!

Sırrı Süreyya Önder’in ölümü, kamu oyunu da ikiye, hatta üçe bölmüştü.

İlk sırada, insan olarak kendisiyle tanışanlar, eğlenceli muhabbet ortamlarında bulunanlar, tatlı diline, güler yüzüne hayran olanlar , barışçı kişiliğinden kuşku duymayanlar geliyordu. 

Pek çoğunun bu konudaki en önemli referansları, rahmetli ile kendi tanışıklıklarıydı.

Kendilerinin asla yanılmayacağını ima eden bir özgüven içinde,  “Ben onu iyi tanırdım, muhteşem bir kişiliği vardı!” diye herkesi görüşlerine inandırmaya çalışıyorlardı.

Bunlar, o’nun hakkında en ufak eleştiriye, kötü söze, kimliği konusunda duyulan herhangi bir kuşkuya tahammülü olmayanlardı.

“Çağın Nasreddin hocası”ndan tutun da “Türkiye’nin onuru” nitelemesine kadar uzanan bir övgü seli ile ortadaydılar.

Kendisi hakkında en ufak bir aksi söz söyleyenleri, eski arkadaşları bile olsa silmeye, hayatlarından çıkarmaya hazırdılar.

Bir kısım liberaller, eski zamanın “yetmez ama evetçileri” de bu takımın içindeydiler. 

Onlarla da eleştirilen, alay edilen, kimi zaman küfür edilen, bazan suçlu ilan edilip Fetöcülere falan ihbar edilen  “birinci cumhuriyetçiler”  hakkındaki düşünceleri ortaktı belki de!

Ya da o havayı veriyorlardı.

Bunun ardından, kendisini tanımadığı halde ideolojileri bakımından yakın hissedenler geliyordu . 

Her halde DEM parti tabanı ya da onlara yakın yurttaşlar bu gruptandı. Bunlarda bir parti-örgüt disiplini çerçevesinde görev yaptığına inandıkları kişiye sahip çıkıyorlardı. 

Yukarıda saydığım, aklıma gelen bu düşüncelerin kamuoyunun değişik kesimlerine çelişkili yansıması sonucu, Sırrı Süreyya Önder’in nasıl bir insan olduğu bir muamma halini aldı. 

Zira, ortaya dökülen davranış biçimleri “nereye çekilirse oraya uzanacak” tarzdaydı.

Kendisini tanımadım, tanışmış olsaydım kafamda oluşan bilmece bir nebze çözülür müydü, bilmiyorum.

Ancak ziyaret heyetlerinde görevliyken,  çözüm süreçlerinde kendisinin ve heyetlerde yer alan arkadaşlarının kendi düşüncelerini yansıtan “inisiyatif” kullanabildikleri konusunda kuşkularım var.

Siyaset inisiyatif kullanma sanatıdır, inisiyatif kullanmazsanız siyasetinizden feragat etmiş olursunuz! 

DEM Parti heyetinin İmralı’ya gidişini sağlayan Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısındaki “çağrısı” olmuştur; görünüşte bu bir inisiyatiftir.

İzni veren Adalet Bakanlığıdır.

Bu da, onay yukardan da gelse, görünüşte bir inisiyatiftir.

Heyet, Öcalan’la konuşurken Bahçeli’nin önerisini ve belki başka devlet kurumlarının bir takım taleplerini iletmişlerdir.

Muhtemelen MİT’in de kaydettiği görüşmelerde talepleri İletirken, Öcalan’a kendi görüşlerini de söylemişler midir?

Buna izin verildiğini sanmıyorum.

Öcalan’ın yanıtını Kandil’e iletirken aynı biçimde o görüşlere ters düşebilecek, Kandil’in yanıtının “evet”e dönüşmesi konusunda bir  etkilemelerinin söz konusu olduğunu da düşünmüyorum.

Bundan dolayı, en azından bu süreçle ilgili olarak kendisinin “barış elçisi” olarak adlandırılmasını abartılı buluyorum.

Düşünüyorum da, Sırrı Süreyya Önder bir yıl önce vefat etse,  ölümünün  kamuoyunda böyle geniş yankısı olur muydu?

Yoksa, ölüm dahil her türlü yaşananın ya da eylemin değerlendirmesi, “günün olanları nasıl değerlendirdiğine” mi bağlıdır?

Coşkun KARTAL