Geçtiğimiz günlerde pop yıldızı Katy Perry’nin ve Jeff Bezos’un nişanlısı Lauren Sánchez’in de aralarında bulunduğu 6 kadından oluşan bir ekip, Blue Origin’in New Shepard roketiyle yaklaşık 11 dakika süren bir uzay yolculuğuna çıktı. 100 km üzerindeki Kármán hattını geçerek üç dakikalığına yerçekimsiz ortamda süzülen ekip, geri döndüklerinde sosyal medyada “astronot” paylaşımlarıyla gündem oldu. Medya bu yolculuğu “feminist bir zafer” ve “toplumsal cinsiyet eşitliğinde devrim” diye sunarken, mitolojideki Ikarus’un güneşi kucaklamaya çalışırken düşüşünü andıran bir kibri de gözler önüne serdi.

Her koltuğun bedeli 150.000 dolar. (Bugünkü kurla altı milyona yakın Türk lirası). Bu tutar, gelişmekte olan ülkelerde binlerce kız çocuğuna yıllarca eğitim imkânı sağlayabilecek bir kaynakken, Bezos 11 dakika süren yolculuğu “gelecek nesillere uzayın kapısını açmak” olarak nitelendirdi. Peki, gerçekten uzayın kapısı kimlere açılıyor? Cevap, makyaj malzemeleriyle sınırlanmış bir “güçlenme” anlayışının, lüksün ve ayrıcalığın hüküm sürdüğü bir dünyaya…

–Feminizm mi, Göz Boyama mı?-
Mürettebatın röportajlarında ruj tonları, saç stilleri ve takma kirpikler gibi estetik detaylara odaklanması, feminizmi içi boş bir gösteriye dönüştürdü. Görev organizatörü Lauren Sánchez uzay yolculuğunu “güzellik şovu” gibi anlattı:
“Uçuş öncesi kim güzelleşmek istemez ki? Kapsülde bile takma kirpiklerimizle uçacağız!”
Pop yıldızı Katy Perry mesajı banal bir kelime oyununa indirgedi:
“Uzay nihayet göz alıcı olacak… Astronota ‘kıç’ katıyoruz!”
Sivil haklar aktivisti Amanda Nguyen ise estetik vurguyu savunarak
“Kadınlar çok yönlüdür. Ben de ruj süreceğim.” dedi.
NASA kökenli mühendis Aisha Bowe bile Dubai’de paraşütle atladığında saç stilini test ettiğini söyledi:
“Uçuşa hazır olduğumu kanıtlamak için aynı saçla atladım.”

Bu söylemler, 1963’te henüz 26 yaşındayken tek başına uzaya çıkan Sovyet kozmonot Valentina Tereshkova’nın üç günlük görevine kıyasla ne denli yüzeyseldi. Tereshkova, Dünya yörüngesinde 48 kez tur atarken ne makyaja ne gösterişe ihtiyaç duymuş; sadece teknik becerisi ve dayanıklılığıyla “ilk kadın astronot” ünvanını kazanmıştı. Sovyet uzay programına seçilmeden önce bir tekstil işçisi ve amatör paraşütçü olan Tereshkova, uçuşun ardından Hava Kuvvetleri Mühendislik Akademisi’nden mezun oldu ve kozmonot eğitmeni olarak programda aktif rol almaya devam etti.

Oysa Blue Origin uçuşu, kadınların uzaydaki varlığını 150.000 dolar karşılığında satın alınabilen pazarlanabilir bir gösteriye indirgedi.

Filozof Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu adlı eserinde neoliberalizmin, feminizm gibi gerçek toplumsal mücadeleleri içi boşaltılmış, pazarlanabilir ürünlere dönüştürdüğünü savunur. Ona göre kapitalizm, bu hareketlerin devrimci gücünü törpüleyerek, onları “tüketilebilir gösterilere” indirger. Blue Origin’in kadın astronotlu uçuşu tam da bu gösteriyi yansıtmıyor mu?

–Uzayın Sessiz Çığlığı: Anlam Arayışı-
“Star Trek” (*Uzay Yolu) dizisinde Kaptan Kirk rolüyle tanınan efsanevi oyuncu William Shatner, 2021 yılında Blue Origin roketiyle uzaya çıkan bir başka isim. O zaman 90 yaşında olan ve uzaya seyahat eden en yaşlı kişi olarak tarihe geçen Shatner, Blue Origin deneyimini “ölümle yüzleşme” olarak nitelemişti:
“Tek gördüğüm ölümdü. Bu şimdiye kadar karşılaştığım en güçlü keder duygularından biriydi. Uzayın acımasız soğukluğu ile aşağıdaki Dünya’nın sıcak besleyiciliği arasındaki zıtlık beni derin bir hüzne boğdu… Uzaya yaptığım yolculuğun bir kutlama olması gerekiyordu; bunun yerine bir cenaze töreni gibi hissettim.”
Shatner’ın yaşadığı “derin hüzün”, Bezos’un teknolojik iyimserliğiyle keskin bir tezat oluşturuyordu. Astronotlarda sık rastlanan “Genel Bakış Etkisi” (Overview Effect) , gezegene bakış açılarını değiştiren derin bir deneyim olarak biliniyor. Öte yandan Katy Perry ve ekibi, TikTok videoları gibi anlık heyecan ve selfielerle bu derinliği hafife aldı.
–Uzay Kolonizasyonu: Yeni Sömürgecilik-

Jeff Bezos’un “Dünya’yı kurtarmak için endüstriyi uzaya taşımak” fikriyse, modern bir sömürgeci hayalin uzantısı. 1970’lerde fizikçi Gerard O’Neill, “uzayda endüstri” hayali kurarken Dünya’yı bir “doğal koruma alanı” olarak tasvir etmişti.
Bu hayalin pratikteki yansıması ise ironik bir çelişki taşıyor. Blue Origin’in roketleri, uzaya çıkarken dünyayı mahveden ve ozon tabakasını incelten nitrojen oksitler yayıyor. Don DeLillo’nun Beyaz Gürültü romanındaki şu satırlar tam da bugünü özetleyen bir nitelikte:

“Teknolojinin tüm amacı budur: Bir yandan ölümsüzlük arzusu yaratır, diğer yandan evrensel yok oluşla tehdit eder. Teknoloji, doğadan koparılmış bir şehvettir.”
Bezos’un “uzay yolu”, yalnızca ölümsüzlük arzusundaki zenginlerin geçebileceği bir yol. Zenginler, dünya’yı bir “endüstriyel enkaz” olarak bırakıp yeni kaynaklar için uzaya yelken açarken, geride kalanlar iklim krizinin yıkıcı etkileriyle baş başa. Sömürgecilik artık okyanusları aşmıyor; stratosferi delip geçiyor.
–Tüy mü, Taş mı?-

Blue Origin’in logosundaki tüy, “nazik iniş” vaadini simgeliyor. Oysa bu uçuş, hafif bir tüyden çok sert bir taşı yüzümüze çarptı: İnsanlık, yıldızlara ulaşma tutkusu uğruna kendi gezegeninin sorunlarını görmezden geliyor.
ABD Uzay Kuvvetleri’nin Blue Origin ile yaptığı 2.3 milyar dolarlık sözleşme, iklim krizi gibi acil sorunlarla mücadele edilmesi gerekirken, milyarderlerin uzay hayallerine nasıl kaynak aktarıldığını gözler önüne seriyor.
William Shatner’ın deneyimlediği gibi, uzay bir ayna. Blue Origin’in bu aynada yansıttığı ise iç karartıcı: Yıldızlara uzanan eller, ayaklarının altındaki çukuru temizlemeyi reddeden bir insanlık. Oscar Wilde da bu çelişkiyi şöyle özetlemişti:

“Hepimiz çukurdayız, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor.”
Belki de yıldızlara bakmadan önce, bulunduğumuz çukuru temizlemekle başlamalıydık…
Derya ULUSOY