Almanya İzlenimleri 7 (Son)

0

Almanya İzlenimleri 7 (Son)

Frankfurt’tayken Almanya’ya yakın Hollanda’nın sınır şehri Almelo’ya gitmemek olmazdı. Zira, Uzun yıllar Almanya’da Münih, Braunschweig’te yaşayan ablam emekli olduktan bir süre sonra bu şehre yerleşti. Onu görmeden, ondaki annemin kokusunu, havasını hissetmeden dönmem olmazdı. 10 dakika ila iki buçuk saat süren 6 farklı trenle Almelo’ya 8 saatte gittik. Ben tren yolculuklarını hep severim.

Almelo Garı yakınındaki bisiklet parkı

Belirli hızda giderken çevreyi seyretmeye, hayallere dalmayı da… Almanya’daki tren yolculuklarının güzelliği pastoral bir havayı insan derinden yaşatması… Yol boyunca baharın farklı tonlarının doğaya yansıması kadar dikkatimi çeken sonbaharın izlerinin doğada hâlâ kalması… Buradaki gibi sararan, kuruyan toprağa düşen yapraklar toplanmıyor. Tersine toprağa yeniden güç vermesi, katkı sağlaması için bırakılıyor.

Bizde bu neden uygulanmıyor? Haber yapsaydım bir ziraat mühendisine sorardım. Ama izlenim yazıları gözleme dayandığından şimdilik gerek duymuyorum.

Almelo’ya gitmek için saat 5.30 oğlumun kaldığı semtten Frankfurt kent merkezine trenle gittik. Dakikalar değil saniyeler önemli. Çünkü 06.00’daki trene yetişmemiz gerekiyordu. O treni kaçırdığımızda en az bir saat daha beklememiz gerekecekti. Herhangi bir aksama yolculuğun uzamasına yol açabilirdi. O trene yetiştik. Oğlumun bu konudaki planlaması yerindeydi. Bir yerde gecikme yaşandı ama onun için de yarım saat tren bekledik. Onun dışında gidişimizde plan değişikliğine yol açan bir aksama olmadı. Tren aktarmaları sırasında 15-20 dakikalık bekleme sürelerini iyi değerlendirdik. Ayak üstü atıştırmalık uygun mekanların olması da bizi rahatlattı.

Örneğin Yorma’s büfeler zincirinde orta ve alt sınıflar ile emekliler için uygun ayak üstü yenilecek şeyler (sandviç, simit, vb.) ile içecekleri bulmak mümkün. Üstelik doyurucu da oluyor.

Almelo’ya saat 14.00 gibi vardık. Gar’ın çıkışında büyük bir bisiklet parkının olması dikkatimi çekti. Nüfusu 70 bini aşan şu şehirde fazla otomobil görmedim. Trafik akışı azdı. Var olan otomobiller ise binaların önünde duruyordu. İstanbul’da korna seslerine alışkın olan ben burada yaya kaldırımında geçerken gene aracın geçip geçmeyeceğini İstanbul’daki sürücü alışkanlıklarından kestiremediğimden duraksadığım oldu. Ancak oradaki sürücüler hep benim geçmemi bekledi. Burada olsa üstüme otomobillerini sürerlerdi, tepki gösterince de öncü sözlü sonra tekme tokat kavga edebilirdik. Gerçi sözlü aşamasından şimdiye kadar kavga aşamasına geçmedim ama bizim sürücüler önceliğin hep kendilerinde olduğunu düşünür ve öyle hareket eder. “Otomobilleri olanındır yol” diye kabulleri vardır. Yayanın hakkını kabul etmezler. Bence bizde demokrasinin geldiğinin göstergesi yayalara öncelik verdiğinde olacak. Bunun da uzun süre alacağını biliyorum. Ama o ülkelerde yayaya öncelik vermemenin cezaları da ağır. Hukuk kuralları sadece yazdığı, yazıldığı gibi kalmıyor, makamı unvanı, rütbesi, statüsü ne olursa olsun herkese eşit biçimde uygulanıyor.

Almelo’daki Özel Yaşlılar Evi

Almelo’da yaşlılar için de elektrikli araçlar var. Yürümekte zorlananların dışarıdaki hayata dahil olması, ihtiyaçlarını karşılaması için. O araçları kullananlara da yollarda özen gösteriliyor. Öyle sollama falan yapılmıyor. Yavaş gitmesi halinde de sık sık kornaya basılmıyor.

Almelo’da yaşıların kullandığı aküyle çalışan motorsiklet

Ablam, bir özel yaşlılar evinde kalıyor. Onun gibi emekli olan kadınlı-erkekli gruplar da var. Bir oda, mutfak ve oturma odası var. Haftanın belirli günleri ortak alanlarda etkinlikler yapılıyor. Yaşlıların hayattan zevk almalarını sürdürmeleri için. Bizdeki yaşlıların kaldığı mekânlarda (huzurevi, vb.) gibi kapatılmışlık duygusu yaratan bir ortam yok. Spor alanları var isteyenlerin yapabilmesi için. Kimi zaman sabahları, kimi zaman hafta sonraları birlikte kahvaltı ya da yemek yiyorlar. Elektrikli araçlarını koyacakları parkları… Emekliler açısından belki biraz pahalı aylık 700 Avro ödeniyor. Ortalama emekli maaşının 900 Avro olduğu dikkate alınırsa bu biraz pahalı. Zira bir emeklinin en az 300 Avro yiyecek, içecek masrafı olabilir.  Ancak sosyal devlet uygulamaları çerçevesinde emeklilerin ödedikleri yıllık paranın bir miktarı onlara geri ödeniyormuş. Bunun ne kadar olduğunu bir daha gidersem ayrıntılı biçimde öğrenirim. Ama insanlar orada kalabildiklerine ve yaşamlarını sürdürdüklerine göre herhalde ailelerinden de destek alabiliyorlar.

Yaşlılar evinde kalanları ziyaret eden yakınları da misafir ediliyor. Ablam da bizim için bir oda ayarladı. Yaşlılar evinin bulunduğu ortam huzurlu. Balkondan bakılınca yavaş akan bir nehir ve upuzun bir yeşil alanı görüyorsunuz.

Sonra hep birlikte dışarı çıkıyoruz. Bizdekinin tersine iş saati olduğundan çok az araç geçiyor otobandan. Ama tüm Hollanda’nın nüfusunun 10 milyon; İstanbul’un ise 20-25 milyon gün içinde aştığını da unutmamak lazım.  İstanbul’un ulaşım dahil altyapısı kente yetmiyor. Şehrin nüfusu 10-12 milyon olsa belki bu yaşadığımız sorunlar olmaz. Almanya ve Hollanda’daki kentlerde Amsterdam’da nüfus yoğunluğuna tanık olmuştum daha önce geldiğimde. Bu kentlerde nüfusun belirli düzeyde kalması için çaba harcanıyor. Kentlerin plansız büyümemesine özen gösteriyor. Bunun için sanayi en küçük kentlere bile yayılmış. Üstelik o bölgelere de ihtiyaç duyulan hizmetler sağlanmış. Dolayısıyla insanlar büyük şehirlere yığılma ihtiyacı içinde değil. Göçü önlemenin yolunun insanların karnını doyuracak, çalışacakları mekândan geçtiğinin Batı 200 yıldır farkında. Bizde bu yapılmadan göç ile ilgili sorunların çözülmesi olanaksız. Popülist politikaların böyle devam etmesi durumunda kentlerin yönetilmesi giderek zorlaşacak. Kaynakların etkili ve verimli kullanılması da bu sorunların çözülmesine katkıda bulunmayacak. Gerçi son yıllarda bizde kira artışları, çalışanların, emeklilerin görece yoksullaşması onların büyük şehirleri yavaş yavaş terk etmesine yol açıyor. Planlama ile yap(a)mayan ekonomik koşulların dayatmasıyla oluyor. Ama bu kentte yoksullar ve zenginler kutuplaşmasını giderek daha derinleştirecek. Öngörülemeyen sorunlar yaşanacak.

Beeklustpark

Almelo’ya dönersek yaklaşık 20 saat kaldığım bu yerde gördüğüm bir yer de Beeklustpark’tı. Bizim önünden geçtiğimiz sırada park açık değildi. Avrupa’nın yeşil bayrak ödülüne sahip 4 yerinde birisi burası. 1970’de açılan parkta yazın müzik festivalleri düzenleniyormuş. Kalabalıkların coşkusunu, neşesini zihnimde canlandırıyorum. Anı yaşayan, müziğin ritmine kapılmış kadın ve erkekleri düşünüyorum. Dans ettikleri partneriyle yaşanılan kendinden geçme halini. Birinin kollarında zamanı unutmayı…

Beeklustpark’ın hemen yanında evcil hayvan çiftliği var. Biz geçerken ceylanları gördük. 1980’lerde Ceylanpınar Tarım İşletmesi’nde sayıları azalan ceylanların haberlerini yaptığım geldi aklıma. Bir dönem ceylanlardan geçilemeyen o ilçede ceylanların çoğaltılmasına tanık olmuştum.

Ceylanları birarada görünce duraksadım o sırada tel örgülerin gerisinde iri siyah gözleriyle bana bakan ceylanı gördüm. Bir süre bakıştık. O, belki de kendisinin böyle seyredilmesine alışık olduğundan arkasını dönüp sürünün geri kalanının bulunduğu yöne gitti. Bense gözlerinin ne kadar iri ve güzel olduğunu, yüzünde bana öyle gelen  kederi anlamaya çalıştım. Geniş bir alanları olsa da sınırlanmış bir alanda yaşamanın hissedilişi miydi bu keder? Buralarda yaşamanın sıkıcılığı mı? Güvenli olmayan bir ortamda (ormanda) sürekli tetikte olmayı; eko istemde canlıların birbirlerini tüketmelerine dayanan beslenme zincirinde yer almanın zorunluğu nedeniyle beklemediği bir anda beklemediği bir yırtıcıya av olmayı ister miydi?

Şehrin alış-veriş merkezine de baktık. İş saati olduğundan pek insan yoktu.

Dönüşümüz farklı bir güzergahtan oldu ancak 6 saat sürdü ve 4 farklı trenle döndük Frankfurt’a. Almelo’dan aktarma yaptığımız yerden biri Enschede’ydi. Garda 20 dakikadan fazla bekmemiz gerektiğinden şehrin merkezini görmek istedim. Kentin tarihi orta çağa dayanıyor. Türkiye’den gelen 10 bin Süryani burada yaşıyor.

Enschede’deki Metropolis heykeli

Garın yakınındaki meydanda 5,5 metre yüksekliğinde Metropolis adını taşıyan robot heykel var. Enschede’nin sanat, teknoloji, yenilik, bilgi, merkezi olduğunu anımsatmak için yapılan bu heykel geçmişe hayranlığı değil; geleceğe duyulan özlemi yansıtıyor. İnsanı etkileyen bir görüntü. Robotların insan yaşamında giderek belirleyici hale geleceği düşünülürse bu heykel geleceğe yönelik bir zihinsel kavrayışı ortaya koyuyor.  Metropolis heykelinin karşısında Uzay Bar yer alıyor. İçerini gezmediğim için ortama dair bilgim yok. Ama adı bile çekici. Şehrin merkezine giden yolda yürümeye vakit kalmıyor. Trenin gelmesine az zaman kalınca istasyona geri dönüyorum.

O sırada aklıma Lumiere Kardeşler geliyor onlara saygı adına bende izleyeceğiniz bu videoyu çekiyorum. Ama durduğum yerden ne inenleri ne de bekleyenleri çekmem mümkün değil. Benim konumlandığım yer o anlamda uygun değil.

Frankfurt’a saat 16.00 sıralarında dönüyoruz. Son akşamımız olduğundan şehirde kısada olsa dolaşıyoruz. Dikkatimi kaldırımda camlı açılabilen bir tek gözlü bir kütüphane çekiyor.

Frankfurt’ta sokaktaki camlı kütüphane

Oğlum, isteyen herkesin buradan kitap aldığını okuyabildiğini sonra yeniden yerine koyduğunu söylüyor. Şehrin farklı noktalarında varmış. İnsanlar evlerindeki kitaplarından getirip başkaları da okusun diye buraya koyuyormuş. Keşke biz de de belediyeler böyle yerler yapsa. Kitap alamayanlar da bu sayede kitap okusa. Yazımı okuyanların “bu kitaplar yerinde kalmaz ki birileri onları alıp satar” dediklerini işitir gibiyim. Olsun bu kitapların üstüne belediye kitabı diye farklı yerlerine mühür basılır. Bu kitapları satanlar cezalandırılır. Ya da mahallelerde içinde kitap okuma bölümlerinin de olduğu kafeler açılır, insanlar daha ekonomik koşullarda yiyecek, içecek alabilir. Bir süre oturabilir, sohbet edebilir. Şişli Belediyesi böyle mekanlar yapmaya başlamıştı. Benim oturduğum yerde iki dönem belediye başkanı olan ve yüzünü bir kere bile görmediğim beledi başkanının böyle bir gayreti olduğunu görmedim. Halka inmeden halkçı olanlardan. Ah insanın gördükleri, yaşadıkları neler hatırlatıyor. İster istemez karşılaştırma yapıyoruz başka yerlerde olduğumuzda. Neden bizde de olmasın? Neden daha kaliteli, nitelikli, yüzlerin güldüğü, mutlu bir hayat yaşamayalım? Önemli olan bunun bilincinde olmak, talep etmek… Halktan kopuk, liderlerin, örgütlere dayattığı, halkla teması olmayan adayların seçilmediği bir dönemi belki biz de yaşayacağız. “Lider oligarşisi” belki de bizde de son olabilir. Umudum yok ya. Almanya seyahati, “Bizde ne eksik? Ne yapılmalı?” sorularını bana daha çok sordurttu. Soruların az, yanıtların çok olduğu, uzmanlığın önemsiz hale geldiği her alanda herkesin konuştuğu bu ülkede işlerin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım. Yeni gezilerde ve yazılarda buluşmak üzere.

Kemal ASLAN

Önceki Bölüm;

Almanya İzlenimleri 6   

Kemal ASLAN/Gazeteci-Yazar

Kemal ASLAN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 10 Nisan 2024

Yazarın Tüm Yazıları