📽️KONSTANTİNOPOLİS’İN HAÇLI ORDULARINCA İSTİLASI VE YAĞMALANMASI

0

📽️KONSTANTİNOPOLİS’İN HAÇLI ORDULARINCA İSTİLASI VE YAĞMALANMASI

Genel Bir Özet

Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak amacıyla oluşturulan Haçlı ordusu, Venedik donanması desteğinde yola çıktığında takvimler 8 Kasım 1202 tarihini gösteriyordu.

Bizanslılara yıllar öncesinden kin ve nefret besleyen donanma komutanı, kör lakaplı Venedik Doçu Enrico Dandolo’nun kışkırtmasıyla, Haçlılar yarı yolda fikir değiştirdiler ve Kudüs yerine Konstantinopolis’e gitmeye karar verdiler.

Bunun önemli sebebi, Ortaçağın en güzel en büyülü, en zengin şehri olmasının yanı sıra, barındırdığı Hristiyanlığın kutsal emanetleriydi.

Sürgündeki Bizans prensi genç Aleksios imparator olarak tahta çıkmasına yardım etmeleri karşılığında Haçlılara yüklü bir para vaadinde bulunmuştu. Bu da eklenince 4.haçlı seferinin rotası’nın Konstantinopolis’e çevrilmesi kaçınılmaz oldu.

24 Haziran 1203 tarihinde Haliç’i kapatan zinciri kırarak içeri girmeyi başaran Venedik donanması,ilk saldırıyı Ayvansaray-Balat arasındaki surlardan başlattı.

Karadan destek veren Frank askerlerinin de katılmasıyla çıkan çatışma ve yangında, Blahernai mahallesi ateş topuna döndü. Halk çaresizlikle kaçışırken, imparator 3.Aleksios yanına kızını ve hazinesini alarak şehirden kaçtı.

Haçlılar söz verdikleri gibi genç Aleksios’u babası 2.İsaakios’la birlikte tahta çıkarttılar. Sırada vaad edilen borcun ödenmesi geliyordu. Ne var ki 4.Aleksios adıyla taçlanan genç imparator 46 ton gümüşün ancak yarısını ödeyebilmişti. Bizans’ta halkın ve din adamlarının huzursuzluğu giderek artıyor, Haçlılar ise biran önce şehre girip yağmalamaya başlamak istiyordu.

Önce Müslümanların gittiği bir camiyi ateşe verdiler. Rüzgarın da etkisiyle Haliç’te başlayan yangın, şehrin merkezini de içine alarak ,kısa sürede Marmara kıyılarına kadar ulaştı. İnsanlar deli gibi kaçışıyordu.
Ailesini, kurtarabileceği eşyalarını, hayvanlarını arabalara yükleyenler sur kapılarına ulaşmaya çalışıyordu.

Bu felaketten sonra senatörler, halk ve din adamlarından oluşan bir konsey, Aleksios ve ortak imparator olan babasının tahttan indirilerek zindana kapatılması kararını aldı. Bir süre sonra ikisi de boğularak öldürülecek, kapkara ve bitişik kaşları nedeniyle ÇATIK KAŞ olarak anılan Murtzophulos, 5.Aleksios olarak Aya Sofya’da taç giyecekti.

Murtzuphulos tahta geçer geçmez uzun zamandır hasreti çekilen yönetici vasıflarını sergilemeye başladı. İşçiler gece gündüz çalışıp surları ve kuleleri yükseltirken buralardaki asker sayısını artırdı. Haçlılara yapılan ödemeyi kestiği gibi, onlara şehir’den defolup gitmelerini söyledi. Konstantinopolis üzerindeki kara bulutlar artık her tarafı sarmıştı. Çanlar durmadan çalıyor, insanlar kilise ve manastırlara sığınıp dua ederek şehrin koruyucusu Meryem Ana’dan medet umuyordu.

VE SONRASI…

Son saldırı 9 Nisan 1204 tarihinde sabah saatlerinde başladı.
Yine deniz tarafındaki surlardan saldırıya geçildi. Ancak Venedik gemilerinin direk başları, Haliç tarafındaki yükseltilmiş yeni surlara ulaşamadı.

Öğleden sonra saldırganlar askerleri, atları ve techizatları gemilere yükleyerek Galata’ya çekildi. İki gün, zararı gidermekle geçti.

12 Nisan 1204 Pazartesi, Bizans tarihindeki en kara gün olarak tarihteki yerini aldı.

Venedikliler bu defa gemilerini ikili guruplar halinde bağlamak suretiyle, her kuleye iki kat ağırlık fırlatmaya başladılar.
Gemiler kuvvetli poyraz sayesinde kürekçilerin asla başaramayacakları kadar karaya ve surlara yaklaştı.
Gemi direkleri arasına kurulan korunakların altında siper alarak savaşan kuşatmacılar, önce kulelerin ikisini ele geçirdiler sonra sur içindeki kapılardan birini kırarak şehre girdiler.

Caddelerde dört nala atını sürerek halka moral vermeye çalışan Murtzophulos’un, karadan Franklar Flamanlar ve Germenler, denizden bastıran Venedikliler karşısında son çabaları da fayda vermeyince Murtzophulos eski imparatorlardan 3.Aleksios’un karısı Euphrosyne ve onun büyük hayranlık duyduğu kızı Eudoksia’yı yanına alarak Trakya’ya kaçtı. 3.Aleksios’un yanına sığınarak kızıyla evlendi ve karşı saldırıda bulunmak için kuvvet toplamaya başladı.

Surların aşılması ve Haçlıların deniz tarafından şehre girmelerinden sonra inanılmaz bir kıyım başladı.

İşgalciler kendileri ile halkın arasında kalan bölgede yeniden yangın çıkarttılar. Her yer alev alev yanmaya başladı. Bütün gece ve ertesi gün akşama kadar yangın devam etti. Bizans’lıların direnecek gücü kalmamıştı ŞEHİRLERİN KRALİÇESİ artık Haçlı çapulcuların elindeydi.
Dünyanın en zengin şehri’nin önünde onca gün boşuna mı beklemişlerdi?

Geleneksel üç günlük yağma izni verildiğinde çekirge sürüsü gibi her yeri istila ettiler.

Üçüncü günün sonunda imparatorluğun başkenti vahşi ve küstah Avrupalı barbarların ayaklarının altında ezilmiş yatıyordu.

Böyle bir vahşet ve vandalizm o güne kadar hiçbir Avrupa ülkesinde görülmemişti.

Ortaçağ ve Haçlılar’la ilgili çalışmaları ile bilinen tarihçi Steven Runciman yağma günlerini şöyle anlatıyor:

“Konstantinopolis Antik Yunan’dan kalan sanat yapıtları ve kendi üstün ustalıklarının ürünü olan başyapıtlarla doluydu. Venedikliler böyle şeylerin değerini biliyorlardı. Nerede bir hazine buldularsa onu kendi kentlerindeki bir meydanı ,kiliseyi ve sarayı süslemek için alıp götürdüler. Ama Fransızlarla Flamanlar yok etme arzusu ile yanıp tutuşuyorlardı. Naralar atarak sokaklara ve evlere saldırdılar. Parlayan her şeyi kaptılar, taşıyamayacaklarını kırdılar. Sadece birini öldürmek, ya da içki içmek için şarap mahzenlerini yağma ettiklerinde mola veriyorlardı. Ne manastırlar, ne de kiliseler ve kütüphaneler bu yağmadan kurtulabilmişti. Sarhoş askerleri, Aya Sofya’da kutsal kitaplarla ikonaları ayaklarıyla ezerek, ipek perdeleri yırtarken, ve gümüş ikonostatis’i parçalarken görebilirdiniz. Askerler kutsal sunak kaplarından içki içerek sarhoş olurken, bir fahişe de patriğin tahtına oturmuş açık seçik Fransızca şarkılar söylüyordu. Manastırlarda rahibelerin ırzına geçilmiş, saraydan kulübelere kadar her türlü mesken tecavüze uğrayarak yağmalanmıştı. Tüyler ürpertici yağmalama ve katliam sahneleri, bu büyük ve güzel kenti yerle bir edinceye kadar sürmüştü.
Elde edilen ganimetler, sayılamayacak kadar çoktu. Altın ve gümüş kaplar ve taşlar, sırma işli ipekliler ve dokumalar giysiler, ermin kürkler ve yeryüzündeki en seçkin her şey.”

Yağma devam ederken Haçlı ordusundaki rahipler de boş durmuyor, kiliselerdeki kutsal eşyaları, kutsal kitap ve metinleri çuvallara doldurup gemilere taşıyordu. Şövalyeler ve yüksek rütbeli askerler kapı menteşelerinin bile altın ve gümüşten olduğu söylenen sarayları ve soyluların malikanelerini yağmalarken, sıradan askerler fakir evlerinde bulduklarıyla yetiniyorlardı.

İskenderiye kütüphanesinden sonra dünyanın en zengin kütüphanesi olan patriklik kütüphanesi, mücevher kakmalı, nadide el yazması dini eserlerin bulunduğu saray kütüphanesi ve manastırlar talandan nasibini alıyor, şehrin her yerini süsleyen güzelim bronz heykeller ya kırılıyor ya da para basmak için eritiliyordu.

Yağmacılar o kadar açgözlüydüler ki doymak bilmiyorlardı. Üç günün sonunda Bizans’ın başkentinde taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmamış , gören görmeyen herkesin imrenerek söz ettiği Ortaçağ’ın kraliçesi Konstantinopolis Haçlı çapulculara yenik düşmüştü.
Bizans imparatoru 8.Mihail Paleologos 57 yıl sonra başkentini geri aldığında yanmış, yıkılmış, yağmalanmış, oturulmaz hale gelmiş bir harabeyle karşılaşmıştı.
İnanılmaz talan en iyi, dönemin Bizans yazarlarınca anlatılmıştır.

Yağma ve katliam sırasında ailesiyle birlikte bir arkadaşının evinde gizlenen daha sonra İznik’e kaçmayı başarıp 1217’ye kadar burada kalan tarihçi Niketas Khoniates, Historia’sında şöyle der:

“Daha başlangıçta, soylarının altın aşığı olduğunu ortaya koymuşlardı. Geliştirdikleri yeni yağmalama yöntemi, imparatorluk kentini soyup soğana çevirenlerin bile gözünden kaçmıştı. Havariyun kilisesi içindeki imparator mezarlarını GECE açarak talan etmişler, eğer bunların içinde önceden dokunulmamış altın süsler, inciler, değerli taşlar kalmışsa, hepsini saygısızca çalmışlardı. Uzun yıllar el değmemiş olan imparator Jüstinianus’un bozulmamış ölüsünü bulduklarında hayret etmişler, ama mezar süslerini yağmalamaktan da geri kalmamışlardır. Bu batılıların elinden ne canlılar, ne de ölüler kurtulabilmiştir denilebilir. Tanrı’dan ve hizmetkârlarından başlayarak herkese karşı tam bir vurdumduymazlık ve saygısızlık sergilenmiştir, Büyük kilise’nin (Aya Sofya) tamamen gümüş sırmadan dokunduğu için değeri milyonlarca saf gümüş olan perdelerini parça parça etmişlerdi. Tunç heykellerin gözlerini oyarak ateşe atmışlardı.”

4.Haçlı seferine önayak olan olan papa 3. İnnocentius’un Hristiyan birliği düşü, Venedikliler’in , Avrupalı kral ve prenslerin açgözlülüğü, Katolik batılıların, Ortodoks oldukları için dinsiz saydıkları Bizanslılara duydukları kin ve nefret, Konstantinopolis’in felaketi olmuştu.

Tarihçi Runciman’a göre, İnsanlığa karşı 4.Haçlı seferi kadar büyük bir suç işlenmemişti.

Kronikçi Niketas Khoniates’in sözleriyle de ,güzelliğin değerini bilmeyen barbar Haçlılar, hiçbir kutsal değere saygı göstermeden, ne buldularsa alıp götürmüşlerdi.


Khoniates yağmacıların en büyük hürmetsizliği Aya Sofya’ya gösterdiklerinden söz eder.

“Bütün dünyanın hayran olduğu bir sanat eseri olan büyük mihrap’ı parça parça edip parçalarını aralarında bölüştüler. Kutsal kâseleri, taht ve kürsüdeki kabartmalardan koparttıkları gümüş ve altınları daha rahat taşıyabilmek için, kiliseye atlarla katırları soktular. Hazret-i İsa’ya hakaretler yağdırsın diye ahlaksız bir kadın patriğin koltuğuna oturtularak taç giydirildi ve o kadın edepsiz şarkılar söyleyerek o kutsal yeri kirletti. Erdemli genç kızlara, masum kadınlara, hatta Tanrı’ya adanmış bakirelere bile merhamet gösterilmedi. Sokaklardan, evlerden, kiliselerden yalnızca taziyelerle feryatlar yükseliyordu. . Sağda solda ganimet uğruna dövüşülüyor, mahkumlar serbest bırakılıyor, her yer tecavüze uğramışlarla, yaralılarla ve cesetlerle dolup taşıyordu”

Üç gün süren bu insanlık dışı felaket sona erdiğinde, Latinler yeni bir imparator seçmek için toplandılar. Yarısı Venediklilerden oluşan bir komite, iki tur oylama yaptı ve Flandria Kontu Baudouin’i oybirliğiyle seçti. Ertesi gün Aya Sofya’ya taç giyerek Latin dönemi’nin ilk imparatoru olan Baudouin, Bukoleon sarayına yerleşti. Daha önce varılan bir anlaşmaya göre , Venedikli Tommaso Morosini de Latin imparatorluğu’nun ilk Katolik Patriği oldu.

Böylece Roma Krallığı olarak bilinen , başkenti Konstantinopolis olan 57 yıl sürecek Latin İmparatorluğu dönemi başlamış oldu.

Latinler Murtzophulosun da peşini bırakmadılar. Kayınpederi tarafından kör edilmiş olan 5.Aleksios, Trakya’da saklandığı yerde Franklar tarafından yakalanıp Konstantinopolis’e getirildi ve bugünkü Beyazıt meydanında bulunan Theodosius sütunundan aşağı atılarak öldürüldü.

900 yıl boyunca Ortodoks hristiyanlığın merkezi olan Konstantinopolis bütün ihtişamını, zenginliğini,sanat eserlerini,bir daha geri gelmeyecek şekilde kaybetmiş, harabeye dönmüştü.
Peki yağmalanan değerli eşyalar nasıl paylaşılacaktı. Özellikle imparatorluk saraylarında kilise ve manastırlarda muhafaza edilen Hristiyanlığın Kutsal Emanetlerini kimler nerelere kaçırmıştı .

Bu da bir sonraki yazımın konusu olacak :
Konstantinopolis’tan neler kaçırıldı?

Başak DOĞRU/Gazeteci-Bizans ve İstanbul Araştırmacısı

 

Başak DOĞRU/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 27 Haziran 2021

Video Editing: Oğuz HAKSEVER

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here