İki Yalnız Ağaç

0

İki Yalnız Ağaç

Belli yaşın üzerindeki insanların emekli maaş günü, maşlarını almak için bankada sıra numarası alıp saatlerce beklemelerini anlamaz, anlamsız bulurdum her zaman. Banka kartı var, mobil bankacılık var, her köşede ATM var. Velhasıl teknoloji var. Teknolojiye adapte olmakta mı zorlanıyorlar? Saatlerce bekleyip, maaşlarını bankadan almaları bir güven duygusu ihtiyacından mı kaynaklanıyor?  Bir sürü soru gelirdi aklıma.

Evvel zaman önce bir arkadaşıma bu durumdan bahsettim. “Ben babama sordum,” dedi. Meraklanmıştım babasının cevabını öğrenmek için.

“Mesele maaş değil, oğlum. Herkes tamam mı onu görmek için bekliyoruz biz!” demiş babası.

Çiçek Bar’ın yani Sinema Sevenler Derneği’nin barının arkası da akşamları bankaların maaş gününden farksız olmuştur daima. Sıkışacak bir yer bulana aşk olsun. Ama Mehmet, Esat ya da diğer çocuklar imdada yetişir, bir yer açıverirdi, dost ve müdavimlere.

Ben daima barın arkasını sevdim Çiçek’te. Aşina yüzleri görmek, sıkışık iki kelam etmek için. Görmediklerimizi Mehmet’e sormak, haber almak için. Uzun zaman görmediklerimizi ansızın görmek için.

Ben her zaman dinleyen, izleyen, az konuşanlardan oldum barın arkasında, Sevgili Hikmet Karagöz gibi.  Birbirimizi görünce her zaman sevinirdik. Gelmediği zaman hep sorardım Hikmet Karagöz’ü Mehmet’e…

Bizim gibiler Çiçek’te masalara terfi etmeyi hiç istemedi. Tercih etmedi. Hikmet Karagöz de o sıkışıklığın sıcaklığından hiç vazgeçmedi. Olağanüstü ama minimal oyuncuğu ile Türk sinemasının çok değerli pek çok filminde ve tiyatro sahnesinde yaşattığı karakterler; Türkiye’nin en sevilen ve en uzun soluklu “Bizimkiler” dizisinde hayat verdiği Abbas karakterinin getirdiği o sosyal albeniye hiç rağbet etmedi. Yerini hiç terk etmedi. Hep barın arkasında kaldı.

Hikmet Karagöz’ün Türk sinemasının en değerli karakter oyuncularından olmasını sağlayan da zaten onun bu güzel karakteriydi.

Hikmet Karagöz’le Fatih semti üzerine konuşurduk bazen. Anlatırdı. Eminönü Halkevi’ni, mahalleyi…

Çok iyi bir ressamdı. Hep, “ıssızlığın ortasında tek bir ağaç” resimleri yaptı, hepsi aynı gibi gözüken ama hiçbiri birbirine benzemeyen, her biri başka karakterde, başka duyguda yalnız ağaçlar.

“Bodrum’da (hani o eski zamanların Bodrum’unda) parasız kaldım,” dedi. “Meydana oturdum, boyaları, kâğıtları çıkardım. Bir ağaç resmi yaptım. İnsanlar izliyor. Biri satın almak istedi. Verdim. Sonra bir daha, bir daha… Pansiyon, yiyecek, içecek parası çıktı!”

Onu güzel yapan da hayata böyle bakabilen bir sanatçı olmasıydı işte.

Çiçek Bar’da da sergiler açtı Hikmet Karagöz… Ve onun bir tane “ıssızlığın ortasında tek bir ağaç”ı da bizim evde.

Erdal Kahraman ise pek sık gelmezdi Çiçek Bar’a.

İstiklal Caddesi’nde, Tarlabaşı Bulvarı’nda, Yeşilçam’da karşılaşırdık zaman zaman. Arada Yeşilçam’da buluşurduk.

Her zaman gülümseyen bir yüzü, hafif kısık gözleri vardı, dünyaya bir vizörden bakar gibi.

Aslında az konuşan ve hep sessiz olan Erdal Kahraman’la uzun ve hararetli sohbetlerimiz olurdu daima. Birbirimizi görünce hep sevinirdik. Konumuz; sinema, görüntü, gölge ve ışık…

Eczacıbaşı Grubu’nun CEO’su Erdal Karamercan ile bir röportaj yapmıştım Antalya’da, Alelacele yazıyı yetiştirip bizim ekonomi dergisine koydum. Dergi baskıdan çıktığında bir de baktım ki, yazının içinde bir yerde Erdal Karamercan yerine, Erdal Kahraman yazıvermişim. Neyse ki Erdal Karamercan bunu umursamadı ve arayıp röportaj için teşekkür etti. İsmi öyle aklıma kazınmış bir dosttu Erdal Kahraman.

Uçurtmayı vurmasınlar, Gizli Yüz, Beyoğlu’nun Arka Yakası, Katırcılar gibi Türk sinemasının pek çok önemli filminin görüntü yönetmeni olması; Antalya’da aldığı Altın Portakallar, Ankara Film Festivali’nde aldığı ödüller hiç değiştirmedi Erdal Kahraman’ı.

Üstünde genellikle lacivert bir mont ya da yelek, kısık gözleri ve gülümseyen yüzüyle, vizörden en anlamlı, en duygulu resmi yakalamak için bakar gibi baktı hep dünyaya.

Yeni bir filme başlamışlardı. Bir gece değerli dostum Aytekin Çakmakçı ile Eski Galata Köprüsü’nün altındaki sete ziyarete gittik. Aytekin’le Altın Portakal’da, Altın Koza’da, Ankara Film Festivali’nde yarışırdı daima Erdal Kahraman (Bir de Ertunç Şenkay ile). Ama hiçbir zaman rakip olmadı, “Uçurtmayı Vurmasınlar” ile “Muhsin Bey”in görüntü yönetmeni. Çünkü dosttular.

Çaylar içilirken konumuz film, resim, resimde ışık kaynağı, gölge ve ışıktı; ayın ışığı üzerimizden yansıyıp, gölgelerle oynaşırken… Erdal Kahraman’ın gölgesini bir ağaca benzetmiştim içimde. Galata Köprüsü’nün altında kollarını açmış salınan yalnızca bir ağaca.

iliyor musunuz, ben maaşımı hiç bankadan almadım.

İnternet var, cep şube var, ATM var.

Zaten dostlarla da görüşüyoruz.

Geceleri bir araya gelip, koyu sohbetlere de dalıyoruz zaman zaman; ay ışığının altında, ağaçların gölgesi masadaki beyaz buğulu camların içinden yansırken.

Hepsinin keyfi yerinde.

Giray KARANLIK/Gazeteci

GirayKARANLIK/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 15 Ekim 2020

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here