Coşkun KARTAL; YENİ YIL VE ZAMANIN KONTROLÜ

0

 İnsanoğlunun, ortaya çıktığından beri en önemli kavgası, üzerinde tam kontrol sağlamaya çalıştığı en büyük unsur nedir?

Başka bir deyişle “hayalindeki” en önemli dostu, gerçekte karşısında yenilmeye mahkum olduğu en acımasız, en yok edici düşmanı kimdir?

Bana sorarsanız “Zaman” derim.

Tarih boyunca üç kuruşluk çıkarları için bile kendinden kabul etmediği herkesle didişen, savaşan, “karşı tarafın” uygarlıklarını yok etmeye çalışan, bu uğurda imparatorluklar, kanlı diktatörlükler, emperyalizmler kuranların en büyük korkusu.

Kendilerine “bahşedilen” hayatı başkalarının kötülüğüne kullanmakta özgür olduğunu düşünenlerin, böyle davrananların eninde sonunda gelip tosladıkları o yıkılmaz duvar.

Bir türlü kontrol altına alınamayan evrenin başına buyruk çocuğu, “Zaman”!

Şimdi bir kez daha bu söz getiremediğimiz başına buyruk çocuğun  dünyada “bir yıl daha” ileri gitmesini idrak edeceğiz!

Daha doğrusu, insanlığın artık tamamıyla sekülerleşmiş gregoryen takvimini kullanan bölümü idrak edecek.

Elbette takvimler kullananlar, yıllarını başka yöntemlerle hesaplayanlar, başka inançların etkisiyle değişik gök çizimlerine bakıp kendi zamanlarını oluşturanlar da kendi yeni yıllarının başlangıcını başka günlerde karşılayacak.

Aslında ne yaparlarsa yapsınlar, hiç biri insanların hesaplarıyla oluşturdukları zamana egemen olamayacak. 

Yılların günde şu kadar dakika eksik olduğu gerekçesiyle yeni hesaplamalara uysun diye günleri tarihten silseler de,   kimi ülkelerde takvimler birbirine uyum sağlasın, ekonomi yolunda gitsin diye bazı yılları yaşanmamış saysalar da aslında gerçek zaman değişmeyecek.

*         *         *

Bundan tam 431 yıl önce,  5 Ekim 1582 Cuma günü neler yaşandığını biliyor musunuz?

Doğrusu, hiçbir şey yaşanmamıştır!

İnsanlık tarihinde 5 Ekim 1582 Cuma diye bir gün bulunmamaktadır.

O yıl, İtalya’da astronomlar,  kullanılmakta olan  “Jülien” takviminin”  güneşin dönüşüne göre “yılda 11 dakika geri kaldığını”hesaplamışlardı!

 Adamlar,  bu müthiş keşfi yaptıktan sonra, “kardeşim bir yılda tam 525 bin 960 dakika var; 11 dakikacığın lafı mı olur be yahu!” dememişlerdi. 

Milattan sonra geçen yıl sayısı olan 1582’yi  11’le çarpmış ve o an itibarıyla Jülien takviminin,  toplamda  “geri kaldığı” yılları hesaplamışlardı ki,  bu da aşağı yukarı 10 güne denk geliyordu.

Bu durumu düzeltmek için ne yapacaklarını kara kara düşünürken, hesaplamayı yapan astronomlardan biri, pratik zekasıyla “yahu tarihi 10 gün ileri alsak da güneşin hareketiyle eşitlesek  ne olur?” demiş, bu öneriyi dönemin Gregorius adlı Papa’sı da benimseyince 5 Ekim 1582  günü,  15 Ekim 1582 diye değiştirilmişti.

Yani, 5-15 Ekim 1582 tarihleri resmen “atlanmış”, yeni takvimin adına da “Gregoryen” denmişti.

Şimdi, bizim miladi takvim dediğimiz bu takvimi neredeyse bütün dünya kullanıyor.

Neredeyse diyorum, zira Milattan Önce 44 yılında Jül Sezar’ın emriyle hazırlanan Jülyen takvimini hala kullanan koca bir Ortadoks dünyası var.

Gregoryen takvimine göre 25 Aralık olarak kabul edilen Hazreti İsa’nın doğum günü, Jülyen takvimine göre 7 Ocak olarak benimseniyor. 

Gregoryen takvimine göre, Luka incilinde sözü edilen bir olay, yahudi kökenli olan İsa peygamberin yahudi “şeriatına” göre doğumundan sekiz gün sonra sünnet edilmesi, yılın ilk günü olarak kabul ediliyor.

Hz, İsa’nın sünneti , Ortadoksların kullandığı Jülyen takviminde 14 Ocak’a denk geliyor.

Ortadoks kiliselerinde, 14 ocak günlerinde yapılan ayinlerle sünnet hadisesi bayram olarak kutlanıyor.

Dünyada genel uygulamaya uyarak gregoryen takvimi kabul eden ortadokslar ise 1 Ocak’ta “seküler yeni yılı”, 14 Ocakta  “eski yeni yıl” adıyla jülyen yeni yılını kutluyorlar.

Tabii burada sadece Hz.İsa’nın sünnetine ilişkin değil, doğumuna ilişkin de bazı çelişkiler ortaya çıkıyor.

Buna göre, İsa peygamber Milattan Önce 44 yılında doğmuş olmalı!

O zaman , Jülyen Takvimnin oluşturulmasını emreden Jül Sezar, Roma baş tanrısı Jüpiter’e inancından vaz geçip hristiyan inancını benimsemiş olmalı !

Oysa Romalıların hristiyan inancını kabul edenlere İsa’dan sonraki yüz yıllar boyunca  zulüm yaptıkları çok anlatılan ve tarihsel gerçeklikleri ortaya konmuş olaylardır.

Yahudi geleneğine göre yapılan sünnetin, genel olarak sünnet yapılmayan, hatta tarihin çok büyük bölümü boyunca tüm mezhepleriyle  yahudileri yok edilecek  düşman kabul eden Hristiyan dünyasında niye bayram olarak kutlandığı da ayrı bir muamma!

Zaten, artık  hangi takvimi uygularlarsa uygulasınlar, 1 Ocak yıl başı günü dinsel kimlikten tamamen sıyrılmış seküler bir kutlama halini almıştır.

Takvimden bilimsel gerekçelerle silinip, muhtemelen katoliklerin konuyu benimsemesi için dini gerekçeler sunulan  10 günü de  kimse sormuyor artık .

Zaten o günler “teknik olarak” kayıp.

Yalnızca eski takvim sistemine uygun olarak değil de “başka numarayla” yaşanmış günler!

Çünkü, günlere ,  aylara, yıllara verilen numaralar olmasa da, başına buyruk  zaman, hayatımıza getirdiği olumlu ya da olumsuz gelişmelerle, dünyanın güneş çevresinde dönmeye devam edeceği son ana kadar,  iyi ve kötü günleri belleğine kaydederek akıp gidecek…

Takvimlerden günler değil yıllar silinse de, “yaşadığımız günler” ne eksilecek ne de artacak.

Zaman, hiç birimizi ayırdetmeden hakkımızdaki kaçamayacağımız hükmünü verecek.

İnanıyorum ki, yeni yıl iyilere iyi gelecek, kötülere daha kötü günler yaşatacak.

Coşkun KARTAL