Gaddar’ın İntikamı: Kötülüğe nasıl cevap verilir?

0

Gaddar’ın İntikamı: Kötülüğe nasıl cevap verilir?

Ocak ayının, sakin bir İzmir gecesinin soğuk karanlığında, şehrin huzurunu bozan bir trajedi yaşandı. 44 yaşındaki evli ve 2 çocuk babası taksi şoförü Oğuz Erge, insanlık adına nazik bir jest yapmak isterken, hayatının en karanlık yolculuğuna çıktı. “Kimseyi bu soğukta dışarıda bırakmak olmaz” diyerek, titreyen genç bir yolcuyu aracına aldı.
Ancak bu karşılıksız bir iyilikti; 19 yaşındaki D.A., ödeme yapar gibi yaparken, ansızın bir canavara dönüştü. Silahını çekip, üç kurşunla Erge’nin hayatına son verdi. “Bazı
insanlara güvenmeyeceksin” diyerek soğukkanlılıkla araçtan ayrıldı. Bu acımasız cinayet, iyilikle beslenen bir toplumun, karanlık köşelerinde gizlenen beklenmedik kötülüklerle nasıl sarsılabileceğinin simgesel bir örneği haline geldi.

Geçtiğimiz günlerdeyse, Oğuz Erge’nin trajik öyküsü, Now TV’de yayınlanan “Gaddar” dizisinde kurgusal bir canlandırmaya ilham kaynağı oldu. Oyuncu Çağatay Ulusoy’un canlandırdığı intikam meleği Gaddar karakteri, dizide Oğuz Erge’yi yansıtan bir taksi şoförünün intikamını alır. Gaddar dizide katili evinde yakalar, onu pencereden aşağı atarak bir tür kanunsuz adalet uygular . Ardından katilin cesedini, katledilen taksi şoförünün babasının sokağına asarak intikamın çiğ ve içgüdüsel bir biçimini sergiler. Bu
vahşi intikam ritüeli, dizinin kimi takipçileri arasında, adaletsizlikle yüzleşmenin katartik bir yolu olarak görüldü. Diğer taraftan adaletin doğru sınırlarının neler olması gerektiği ve bireylerin kanun önünde kendi adaletlerini sağlama girişimlerinin etik boyutları üzerine ciddi soruları beraberinde getirdi. Gerçek hayatın bu trajik öyküsünün, dramatik bir televizyon dizisi aracılığıyla yeniden canlandırılması, sanatın, toplumun en karanlık gerçekliklerini yansıtırken aynı zamanda kolektif yas ve tefekkür için nasıl bir platform sağlayabileceğini gösteriyor.

Eğer kötülük kaçınılmaz bir gerçekse, dizideki Gaddar gibi onu kökünden kazımak adına başvuracağımız her yöntem meşru mudur? Kötülüğe nasıl cevap verilir? Kötülük bu dünyadan tamamen silinebilir mi, yoksa onunla olan savaşımızda zafer bayrağı
çekecek hiçbir limanımız mı yok?

Paul Ricoeur

Kötülüğün gizemini araştıran filozoflardan biri olan Paul Ricoeur, onun soyutlamanın ötesine geçtiğini, ahlak ve varoluş duygumuza saldıran somut bir bozulma olarak tezahür ettiğini ileri sürer. Ricoeur kötülüğü bir “skandal”, hayatlarımızı istikrarsızlaştıran ve tepki vermemizi isteyen doğrudan bir hakaret olarak nitelendirir. Ancak kritik soru hala ortada durmaktadır: Tepkimiz nasıl bir şekil almalıdır? Dahası, Oğuz Erge’nin gerçek trajedisi ile onun “Gaddar”daki kurgusal karşılığının iç içe geçmesi, insan doğası ve kötülüğün özü hakkında neleri açığa çıkarabilir?

İnsanlık tarihi kötülüğün doğasını deşifre etme çabalarıyla doludur. Platon onu iyiden bir sapma, amaçlanan mükemmellikte bir kusur olarak görmüştür.  Ancak İzmir’de
yaşananlar William Golding’in “Sineklerin Tanrısı”ndaki içgörüsüne benzer bir gerçekliği yansıtır: Golding “İnsan, arının bal ürettiği gibi kötülük üretir” diyerek kötülüğün içsel bir tehdit olduğu fikrini ortaya koyar. Kolektif bilincimize yerleşmiş olan bu içsel karanlık, insanlığın yalnızca toplumsal etkilerle lekelenen doğuştan iyiliğini savunan Jean-Jacques Rousseau’nun iyimser bakış açısına meydan okur.

Bu arka plana karşı Ricoeur, kötülükle yüzleşme ve üstesinden gelme konusundaki yeteneğimizi savunan ‘muktedir insan’ kavramını ortaya atar. Ona göre bu savaş, adaletle ilgili olduğu kadar kefaretle de ilgilidir. Ricoeur, ‘yanılabilirliğimizi’ vurgulayarak, hem iyiliğe hem de kötülüğe muktedir olan doğamızın altını çizer ve bu ahlaki sularda gezinme sorumluluğunu bize yükler.

“Gaddar”da kötülüğün eşdeğer bir güçle karşılaştığı adalet tasviri bir çözüm sunuyor mu, yoksa sadece bir şiddet döngüsünü mü devam ettiriyor? William Shakespeare’in Julius Caesar’ında Mark Antony cenaze konuşmasında “İnsanların yaptığı kötülükler kendilerinden sonra da yaşar, iyilikler ise çoğu zaman kemikleriyle birlikte gömülür” der.
Bu ifade, adalet ve intikam arasındaki karmaşık ilişkiyi yansıtırak bize kötülüğün kalıcı etkileri üzerinde düşünmeye davet eder.

Bu bağlamda, Ricoeur’un fikirleri, Shakespeare’in dile getirdiği eski paradigmanın ötesine geçmeyi önerir. Ricoeur kötülükle mücadelede bizi bilgelik ve empati yoluna yönlendirir.
Daha fazla zarar vermek yerine iyileşmeyi teşvik eden, bölünme yerine uzlaşmayı destekleyen bir adalet biçimini savunur. “Affedilebilmek için önce çekilen acının kabul edilmesi gerekir” der. Dolayısıyla, kötülüğün üstesinden gelme yolculuğu intikamda
değil, anlayışta; şiddetle cezalandırmada değil, bağışlamada yatar.

Bu derin anlayışın ışığında, iyilik ve kötülüğün karmaşık dünyasında ilerlerken, Ricoeur’ün bilgeliği ile birlikte felsefe, sanat ve edebiyatın kolektif içgörülerinin adımlarınıza rehberlik etmesine izin verin. Kötülüğe ahlaki metanetle karşı koyan, yıkım yerine onarımı, yargılama yerine anlamayı hedefleyen bir rotayı benimseyin. Çünkü en derin gölgelerde bizi şekillendiren kararlarımız, gerçek özümüzü ortaya çıkaran eylemlerimiz ve önümüzdeki yolu aydınlatan empatimizdir.

Derya ULUSOY/Felsefeci

Derya ULUSOY/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 3 Mart 2024

 

Önceki Yazısı

Kalp Kırıklığının Felsefesi: “Sevgilim Ol, Charlie Brown”