Hüma SEVİM ‘BU FİLMİN BİR  “SONU” YOK!’

0

Hüma SEVİM

BU FİLMİN BİR  “SONU” YOK!

 Aslında güzel güzel yaşayıp gidiyorduk.  Parasal sorunlar yine vardı; (hiçbir zaman yetecek kadar paramız olmaz) karı, koca, çocuklar, dostlar yine yerli yerindeydi.  Bazı, her şeyden daha önemli sorunlarımız yine vardı; mesela aldığımız 3 kilo!  Ya da ne bileyim ‘saçımızın rengini değiştirsek mi’, ‘yoksa bizim rengimiz bu mu’ gibi deli sorularımız vardı kafamızda.

Magazin haberlerimiz…

Bodrum’da fahiş fiyata yenen lahmacunlarımız; nerede yaşıyorsak artık, belediyenin yapmadığı bazı şeylerden şikayetlerimiz de vardı; güzeldi…

Yine de odamıza kapanıp tavanı seyrettiğimiz oluyordu, her şeyden vazgeçip çekip gitmek isteğimiz de…

En yakın arkadaşımızla Thelma&Louise gibi arabaya atlayıp güneşin batışına doğru uzaklaşmak; erkeklerin ise, yalnız kovboy olup üstü açık arabasıyla yoldan geçen kadınlara göz süzmek hayalleri vardı.

Dolar, altın, benzine gelen zam !

Bir ev sahibi olamadık endişeleri; üst kattaki komşunun sürekli ağlayan çocuğunun koltukların üstünden tavanımıza yaptığı kamikazeler…

Büyük sıkıntılarımız vardı;yine de güzeldi…

Önümüzdeki birkaç yıl içinde araba sahibi olabilir miyiz; ya da, arabamızı yenileyebilir miyiz ? …

Önemli sıkıntılarımız vardı, işyerindeki patronumuz suratsızın tekiydi, hayattan soğutuyordu…

Bazılarına dargındık yüzünü görmek istemiyorduk bu kuzenimiz ya da kardeşimiz de olabiliyordu.

Anne babamıza ilgi göstermek zordu, hangisine yetişecektik biz de insandık.

Büyük sıkıntılarımız vardı;yine de güzeldi…

Bazılarımız için ekmeği bulmak dahi bir hayli zordu çoğu zaman, sokaklarda kağıt topluyor, en ağır işleri yapıyorlardı. Çocukların karnı pek doymuyordu, iyi eğitim alamıyorlardı. Hayat zordu, gerçekten acıtıyordu. Fakat covid 19 koluna girmemişti henüz kimsenin. Hadi bakalım düş önüme dememişti yine de.

Bir sabah uyandık etrafımıza baktık sokaklar bomboştu. Gözümüzle göremediğimiz, elimizle tutamadığımız bir “şey” bizi tutsak almıştı. Bir gerilim filminin içine düşmüştük, sıkı bir senaryoydu. Yaşananlar gerçekti! Hatta o kadar gerçekti ki  “asıl gerçeğin” ne olduğunu kulağımıza fısıldıyordu.

Ertesi sabah yeni güne uyandığımızda büyümekte olan  “şey” le yine karşı karşıyaydık, sonraki gün, ondan sonraki gün… Giderek büyüyen, gücünü daha çok hissettiren bir durumdu. Arabasını değiştiremeyen, patronundan nefret eden, lahmacun yemekten geri durmayan, kağıt toplayan, karnı aç olan;velhasıl her birimizi ensemizden tutup bilmediğimiz bir yere fırlatmıştı, otur oturduğun yerde demişti; işler senin sandığın gibi değil…

Zamanla geçen şeylere alışkındık oysa. Fakat bu kez zamanla geçmek şöyle dursun giderek büyüyen bir “şey” le karşı karşıyaydık. Hayatındaki sorunları, engelleri parayla çözmeye alışmış olanlarımız gözüne far tutulmuş tavşana döndüler.

Nasıl olurdu?

Güç ellerindeydi en donanımlı hastane, en iyi doktor falan fayda etmeyince ‘kal’ geldi onlara da…

Covid 19  iyi, kötü, çirkin, zengin, fakir, siyah beyaz, sarı önüne geleni koluna takıp güçlenerek yoluna devam ederken dünya giderek daha tatsız bir yer olmaya başladı. Bir korkudur sardı herkesi.

Bu korku dolu hâl beraberinde hayatta kalma içgüdüsünü ön plana çıkararak umudumuzu tetikledi diğer yandan.

Daha yaşanacak çok şey vardı, para da bulunurdu nasılsa. İki günlük dünya, kuzenle barışmalı, ‘üst kattaki çocuğun da ne güzel kocaman kahverengi gözleri varmış’ demeye başladık.

İlk önceleri korkuyla boş sokakları seyrederken, yeni arkadaşımızın yanı başımızda olmasına alışmaya başladık.

Sokaklar covid 19’la kol kola yürüyen insanlarla giderek kalabalıklaştı. Bizim seçimimiz değildi elimizden bir şey gelmezdi, bu şekilde yürümeye devam edecektik.

Yanımızdaydı fakat hayat devam ediyordu durmaya gelmezdi dibe batıp boğulabilirdik aksi halde.

Hayatın anlamı, asıl olan nedir vs. bunların ötesinde “gerçeğin” tam da ne olduğunun kanıtı olan “şey” içimize sızmış kol geziyordu.

Yanımızdakinin, hatta farkında bile değilken bizim kolumuza girmiş yürüyordu. Köşe başında, belediye otobüsünün koltuğunda, asansörün düğmesindeydi.

Dedim ya sıkı bir senaryo bu. Fransız filmleri gibi bir son yok. Adam bir sabah uyanacak hayatındaki hiçbir şey netliğe kavuşmuş olmayacak, sadece devinmeye devam edecek; kaldığı yerden; olası, sıradan ve zor. “Fin”, “The End”, “Fine”, “final” de yazmayacak, süregelecek!

Bize düşen covid 19 arkadaşımızın yakınımıza gelip kolumuza girmesine mümkün olduğunca  itiraz etmekti. Bunu yapabiliriz zira hayatta kalmak içgüdümüz alarmda!

Biliyor musunuz, en çokta bu gibi durumlarda gerçekten yaşamaya başlıyoruz, hayat bize güzelliklerini gösteriyor, ‘beni bırakma ne olursa olsun güzelim buradayım sana aitim’ diyor.

Ve… Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirinden bir bölümü tam da buraya bırakıyorum;

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından…

Hüma SEVİM

humasevim02@gmail.com

HümaSEVİM/kentekrani

Abone Olmak İçin Tıklayınız

Yazarın Tüm Yazıları

www.kentekrani.com 6 Eylül 2020

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here