TÜRKİYE’DE SİYASETİN BLOKLAŞMA TARİHİ (1)

0

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BLOKLAŞMA TARİHİ (1)

Kutuplaşmanın bloklaşmaya dönüşmesi karşıt kültürel, siyasal değerler temelinde ayrıştırmanın giderek derinleşmesini sürekli hale getirir. Toplumsal yaşamda bloklaşma taraflar arasında görünmez duvarları yükseltirken, aynı zamanda farklı  farklı toplumsal kesimlerin ötekileştirilmesine ve düşmanlaştırılmasına neden olmaktadır. Siyasette sürekli gerilimin ve çatışmanın kaynağı da bu bloklaşmadır.

14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, Türkiye’de siyasetin kutuplaşma ve bloklaşma konusunda geldiği aşamayı da somutlaştırdı. Türk siyasal yaşamında kutuplaşmanın tarihsel kökleri  1800’lerde başlayan Doğu-Batı karşıtlığı  ekseninde yaşanan kültürel ve toplumsal ayrışmaya kadar götürülebilir. II. Mahmud’dan bu yana süren modernleşme sürecinde yaşananlar bu kutuplaştırmayı su yüzüne çıkardı. Daha sonra bu karşıtlık İttihat ve Terakki ile  Hürriyet İtilaf Partisi çerçevesinde muhafazakâr-gelenekçi, modernist-dayanışmacı temele dayandırıldı.  Toplumsal yapıda ortaya çıkan kültürel, siyasal kutuplaşmalar bazı aydınlar tarafından ilerici-gerici; bazı aydınlar tarafından ise devletçi-seçkinci-muhafazakâr- liberaller temelinde  analiz edildi.

                      İttihat ve Terakki Partisi                              Hürriyet İtilaf Partisi
Cumhuriyet tarihi boyunca kutuplaşma Demokrat Parti döneminde yeniden ortaya çıktı. Tek parti döneminde “suskunlaştırılmış muhalefet” kısa süreli Serbest Fırka ’da boy gösterse de kutuplaştırıcı bir etki yaratamadı. Kutuplaşma çok partili yaşam diye adlandırılan Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle başladı. Sol muhaliflerden de destek alan Demokrat Parti ilk yıllarında bu kesimlerle yollarını ayırdı. Ekonomik kriz, toplumsal desteğin giderek yitirilmesi Demokrat Parti’yi 1958’den itibaren Vatan Cephesi’ni kurarak kutuplaşmayı bloklaştırmaya dönüştürdü.

1970’lere gelindiğinde, kutuplaşma bir kez daha  Milliyetçi Cephe olarak adlandırılan hükümetler döneminde AP-MSP, MHP ve CGP’nin katılımıyla bloklaşmaya dönüştü.

12 Mart darbesinden sonra yapılan 1973 seçimleriyle CHP ve MSP arasında “Tarihsel Uzlaşma “olarak adlandırılan yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. Gelenekçi-muhafazakâr parti ile Cumhuriyet’i kuran ve sosyal demokrasiye dönüşüm sancıları yaşayan CHP arasında kurulan bu koalisyon hükümeti, Türkiye tarihinde iki farklı akımın demokrasiye yönelişi açısından umut olmuştu.

Benzer durum, 1990’larda kökeni İttihat Terakki’ye dayanan iki akımın temsilcilerinin (SHP ve DYP) koalisyon hükümeti de Türkiye’de demokrasi açılımı yönünde önemli bir adımdı. Merkez sağ ve merkez solun iş birliği toplumdaki kutuplaşmayı azaltıcı yönde bir rol oynadı. Ancak 1990’lardaki bu süreç, iç ve dış koşullar nedeniyle yürütülemedi. Öyle de olsa ülkede demokrasi rüzgârı kısa süreli esti. Sonra faili meçhul cinayetler, baskılar, yasaklar içe kapanış dönemi…

Merkez sağın ve merkez solun 17 Ağustos 1999 depremi ve 2001 ekonomik krizi çöküşü gibi başarısızlıkları AK Parti’yi “yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar” eleştirileri ekseninde iktidara taşıdı. Ak Parti ise iktidarda bulunduğu süreçte yeni bir kutuplaşma yarattı.  Siyasetini, Carl Schmitt’in dost/düşman ayrımı çerçevesinde tarihsel çelişki ve karşıtlıklara dayandırdı. 2010’lara kadar kutuplaştırıcı siyaset çerçevesinde muhafazakâr kesimlerle liberalleri bünyesinde tutabilen AK Parti, asayişçi iktidarını yaygınlaştırınca devletçi bir nitelik aldı ve asayişçi politikalara döndü. Yürüttüğü bu politikalar, liberal kanaat önderlerinin kopuşuna yol açtı. Bu dönemde boşluğu milliyetçi gruplarla doldurmaya başladılar. Bu alandaki somut iş birliği   2017 tarihinde rejimin parlamenter demokrasiden Cumhurbaşkanlığı hükümet Sistemi’ne dönüşüm sürecinde yaşandı.  Bu dönüşüm daha sonra “Tek adam rejimi” olarak adlandırıldı. Rejimin varlığını sürdürmesi kutuplaşma ve bloklaşma siyasetinin derinleştirilmesine bağlı olduğundan “İstanbul Sözleşmesi”ni imzalayan ve Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesini içeren 6284 sayılı yasayı çıkaran AK Parti, önce “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçti. Şimdi de 6284 sayılı yasadan vazgeçme eğiliminde. Anlaşılacağı üzere, yeni kurduğu ittifaklar ve bloklaşmanın sonuçları olarak bazı kendisinin öncüsü olduğu kazanımlardan vaz geçmektedir.

Muhafazakâr ve milliyetçi kesimleri birleştirme retoriğine dayanan bu siyasetin yaslandığı toplumsal kesimlerle uyumlu olduğu dikkate alınmalıdır. Her siyasi yaklaşımın temelinde toplumsal kesimlerin çıkarları gözetildiği unutulmamalıdır. Bu çerçevede düşünüldüğünde, AK Parti’nin 21 yılda reformcu-liberal yaklaşımdan daha muhafazakâr ve gelenekçi konuma gelmesi eskiden kapsadığı toplumsal kesimlerden destek alamaması ve onlara hitap etmemesi belirleyici olmuştur. Hitap edeceğiniz toplumsal kesimler olmayınca ya da o kesimlerden destek gelmeyince destek aldığınız kesimlere yönelir ve onların sesini dile getirmeye çalışırsınız. Halbuki dönüşümcü liderler, toplumu da kendileriyle birlikte dönüştürürler ve öncü olurlar. AK Parti’nin iktidarı sürdürme ve koruma adına geldiği yol, başlangıçtaki konumundan da ne kadar geriye düştüğünü ortaya koymaktadır. AK Parti’nin ilk 8 yıllık dönemindeki retorik ile sonraki 13 yıllık retorik karşılaştırıldığında birbirine karşıt iki paradigmaya dayanan bir parti ile karşı karşıya olduğumuz sanılabilir. Hatta konuşmaları yapan özneler bilinmese bunlar farklı kişiler denilebilir. Uygulanan politikalar, toplumsal desteğin azalması, siyasal krizler bu dönüşümün belirleyicisidir.

Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi

Kemal ASLAN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 4 Nisan 2023

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here