Doç. Dr. Arzu BALOĞLU yazdı:Porto Fino’da Aşkı Bulmak

0

Doç. Dr. Arzu BALOĞLU

I found my love in Portofino

Bir zamanlar romantik ortamlarda dillerden düşmeyen bir şarkıydı. Melodi aktığında etrafta çiçekler, böcekler kuşlar uçuşur,  yemyeşil ağaçlar ve durgun sular üzerinde bir meltem eşliğinde gezintiye çıkarır gibi hayat birden nasıl da güzelleşirdi. Bir de bakmışsınız dünya pespembe olmuş, size “haydi yaşamana bak” diyor. “Bırakın dertlere üzülmeyi, güzellikleri görün” gibi kulağınıza fısıldıyor. 

En çok da Dalida’nın olağanüstü ses rengiyle şarkı daha da tanınmış oldu.  Aslında 1959 yılı başlarında Cenova’nın küçük balıkçı köyünde yaşayan bir İtalya’nın romantik sesiyle mırıldandığı bir besteydi. Bu mırıldanma öyle beğenildi ki kulaktan kulağa giderek en sonunda ünlü sanatçıların sesiyle dünyanın sevdiği “unutulmayan klasikler” listesine girdi.  

Şarkı başlı başına romantizm rüzgârına estiriyor. Dün öyleydi bugün hala aynı. Dinlerken yanınızda varsa sevdiğinize sarılmak, denizin hüznünü dalgaların hışmını birlikte dinleyerek hayaller kurmak geliyor içinizden.

Dünya duruyor bir süre, ruhunuz gidiyor bir yerlere. O an en uzaklara, ama hep daha güzeline!

Hiç dans etmemiş biri olsa müzik öyle çekici ki sanki yıllardır büyük bir ustalıkla dans eden bir dansçı gibisiniz.  Vücut uyumu, adımlar hayret edilecek uyumda şarkıya eşlik ediyor.

Provaya gerek yok. Müziği iyi dinlemek yeterli bir de eşinize güzel bakmak!

Gerisi zaten geliyor.

Her türlü kötü düşüncelerden uzak, yumuşak bir zeminde kayıyormuş gibi bir alem’e çekiliyorsunuz. Pespembe bir ortam ve tüm varlıklar sadece sizi seviyormuş gibi..

Ve yıllardır hiç eksilmeyen bu duygularla hep kafada şu var.

Acaba bir gün oraya gitsem hakikaten mi?

Denemek lazım, bakarsınız gerçekten “I found my love in Portofino” mi acaba?

İtalya her daim çok güzel. Her şehri her bölgesi keşfeden bakışlara özel kendini gösterir. 

Ama her koşulda sevgiyi ve aşkı önemser ve özellikle vurgular. Bakınız Roma’daki “aşk çeşmesi” gibi.

O halde hemen organizasyon yapıp seyahate başlayalım.

Portofino’ya oraya en yakın şehir olan İtalya’nın Cenova tren garından gidiliyor. En doğru ulaşım aracı orada tren. Cenova – Brignole tren garından binildiğinde orijinal ismiyle Santa-Margherita ve Portofino durağında iniliyor. Bu seyahat sadece 40-45 dakika sürüyor. Bu arada tren birçok küçük istasyonda durabilir. Hangi tren rast geldiyse çünkü burada çeşitli tren şirketleri var kimi özel kimi devletin. Bu arada kimi tren konforlu kimisi çok bakımsız. Hangisi rast gelirse artık şansa bağlı. 

Fakat şunu söyleyebilirim ki belki de yazın sıcağından olabilir İtalyanlar hizmet işinde o kadar ağır ki, bilet ofisinde biraz kuyruk oldu mu treniniz kaçabilir ve siz hala kuyrukta bekliyor olabilirsiniz. Dikkat edin ve biletleri önceden alarak işinizi garantileyin…

Tren İtalya’da sahilden giderek aslında yolculara güzel bir görüntü sunuyor. O kadar güzel yaz evleri ve benzer görüntüler var ki bir de müzik dinlerseniz yolda ister 2 ister 5 saat gidilir hiç sıkılmadan. “İntercity” ve benzeri hızlı trende ise kompartıman ve yeriniz belli zaten,  içine grip yerinizi bulabilirsiniz ama İtalya’da trende yer bulmak kolay değil hatta bir İtalyan’a soru sorup verdiği cevaba göre kararınızı vermeyin bence başka kişilere de danışın derim. Her an bir yanıltma olabilir. Dikkat ediniz.  

Bizimkisi içeride havalandırma olmayan oldukça bakımsız bir tren idi şansımıza. Ve olağanüstü sıcak ve nemli bir temmuz günü. Üstelik pis ve kalabalık. Bu olumsuzlukları unutmak için kafada güzel şeyler düşünerek camdan bakmak yeterli. Bir yanı deniz bir yanı Akdeniz’in renklerini ve sıcaklığını yansıtan çoğunluğu taştan yapılmış somon rengi evler. Evler sarı turuncu ve pembe tonlarında. Aykırı renk görmedim ve farklı bir tarzda yapı yoktu. Trene dönersek büyük olasılıkla en düşük sınıftan bilet alınmış olmalı. Yoksa birçok tren var aynı hattan geçen. Kim bilir belki de orada durmuyor ya da ucuz olsun diye bu sınıf seçilmiş veyahut tamamen tesadüf. Her neyse keyfimizi hiçbir şey bozamaz. Şarkı kulaklarımda sadece camdan dışarıyı seyrederek ve gördüğüm güzel kadrajı fotoğraflayarak geçen bir 40-50 dakika. 

Nasılda hızlı geçti.   

Dert etmeye gerek yok sahiden. İnanıyorum ki hedefe ulaşıldığında aklım gidecek ve ruhum bir süre benden ayrılacak. Bedenimse öylesine dolaşıp kaybolan ruhumu ayrılacak. İnanıyorum ki ruhum kendini ulaşamayacağımız bir yere saklayacak ve çok zor bulacak ait olduğu bedeni. 

Bu kısa yolculuk sonrasında Santa Margherita durağında inildi. Zaten büyük gruplar halinde iniliyordu, öncesinde de plaj yolcuları zaten treni daha önce boşaltmıştı. Böylece trenden kalabalık ile inildi ve bu arada gruptaki hanımlar minik Çin malı yelpazelerini ellerinden düşürmedi.

Grup tren istasyonundan inip yokuş aşağıya yürümeye başladı. 

Santa Margherita Porto Fino ile yan yana onunla benzer özelliklere sahip bir kasaba. Porto Fino’dan çok daha büyük, lüks teknelerin olduğu bir yat limanı var. Turistler vakitlerini şehrin ara sokaklarında keyifle alışveriş yaparak, enfes İtalyan yemeklerini yiyerek ya da gezerek değerlendirmekte. Günlük hayatın aktığı, içinde insanların yaşadığı bu mekânlar ve sokaklar adeta birer açık hava müzesi gibi. Zaten sonradan göreceğimiz tüm Akdeniz şehirlerinde de aynı ortam hâkim. Manavların, kasapların, marketlerin, hele hele pastanelerin sunumları inanılmaz. Bizdeki “butik otel” modeli, İtalya “butik şehir” ve hatta “butik ülke” ye dönüşmüş gibi. Nasıl bir düzen, nasıl bir estetik, nasıl özen ve gerçekten çok kaliteli bir ortam. Çünkü dünya sosyetesine hizmet verdiklerinin farkındalar. 

Ver elini ara sokaklar, küçük ve zarif dükkânlar, hoş kafeler ve restoranlar. Her mekân birbiriyle uyum içindeydi.  Rengi, kokusu ve tarzıyla. Asla aykırılık yok. Kabalık ise mümkün değil. 

Dinlenmek üzere bir park veya banka oturduğunuzda dahi etrafta sosyetik nezih, seçkin ama son derece mütevazı turistleri görüp sohbet edebilirsiniz. Orada rütbe, unvan, para gibi değerlerin yerine kalite ve saygı gibi daha önemlileri gelmiş. Bu fazlasıyla görülüyor.

İnsan rahat ediyor bu durumda. Özgüven de bir bakmışsınız boyunuzu aşıyor. Ama abartmadan…

Ne güzel bir duygudur!

Santa Margherita sahiline varıldığında iki alternatif var ya tekne ile Porto finoya geçmek ya da otobüs ile. Tekne tercih ediliyor özellikle yazları.  Sadece 10-15 dk’da . Ki inanılmaz güzellikte bir manzara ile keyifli bir yolculuk yapılıyor. Kaçırmamak gerek.

Ve böylece grup sahilden sıradaki tekneye binerek hakkında dünyaca ünlü bir şarkı yazılmış ve kim bilir ne aşklara tanık olmuş İtalya’nın küçük ve çok bilinen tatil yeri Porto Fino’ya varıyor. 

Aşk ve sevgi şarkısının çıktığı o küçük sahil kasabası. 

Deniz yoluyla sahile yaklaşırken ki doğa görüntüleri dahi kartpostal gibi. Küçük ayrıntıların gitgide büyümesini seyrederek kıyıya yanaşmak. Mis gibi bir deniz kokusu, dalga ve kuş seslerinin eşlik ettiği Porto fino şarkısı yavaşça yine kulaklarımızda.

O kadar küçük ve bir o kadar da büyüleyici ki… Görmek lazım, kelimeler yetmiyor. 

Uzaktan şirin bir maket gibi görünen sahil yaklaştıkça küçük bir film platosu gibi. 

Ah, nasıl da heyecan verici, kalbim kıpır kıpır. Daha şimdiden.

Herkes çok etkilenmiş olmalı ki grup halinde geldiklerini unutup dağılma yoluna giriyor. Temel mesele en iyi fotoğraf karesini yakalayabilmek. En güzel videoyu çekmek. Zaten yeterince iyi malzeme ve ışık varken kimse bu müthiş manzarayı kaçırmak istemiyor. 

Yüzlerce fotoğraf çekiliyor, artık eskisi gibi manuel olmadığından; fotoğraf kalitesiz mi çıktı, yüzler çirkin mi göründü, ışık çok mu geldi, o halde silinip yeniden çekilecekti…

Yumuşakça çalan kadife gibi müziğin etkisiyle porto fino sokaklarında kaybolan sevgiliyi aramak bile güzel. 

En çok da ateş gibi çakan gözlerin derinine bakabilsek, bulacağız.

Sevgiliyi gözlerde arayacak gibi olduk, ama yoktu.

Her köşe başındayken bir sonraki köşedeymiş gibi bir umut doğuyor. Olmayan gölgesini takip ederek, tepelere çıktığınızda yok oluyor birden. Hayret, sevgili buraya kadar çıkmıştı, görmüştüm onu. Nerede acaba? Belki de aşağı indi farklı sokaktan.

Hüzünle dar ve taş merdivenleri inerken sesi geliyor, limana çağırıyormuş gibi..

Hay Allah, ne zaman indi ki..

Aşağı doğru adımlar sıklaştık ki ses de yakınlaşıyor. Kısa yoldan gitmeli, o halde sokak aralarındaki dar geçitlerden daha hızlı adımlarla koşarak. 

Tam limana yaklaşırken sevgili bir dükkâna girerken görülüyor. Parlak, sarı saçları uçuşarak hızla içeri girerken biriyle çarpışır. Tam yere düşürdüklerini almaya uzanırken aniden kaybolur. 

Güneşin tepede en dik zamanları. 

Öyle parıldıyor ki, sevgili yine kayboldu. 

Güneşin parıltısı sevgilinin yanında nedir ki, bak aşağıya inmiş beni çağırıyor. Hatta geldiğimiz tekneye doğru yürüyor.

Yakalamalıyım onu bu kez. Güneş en yakın yardımcım. 

Limana hızla iniyorum, şarkı kulaklarımda. Sevgili tekneye yürüyordu en son ama kayboldu. 

Bu küçük balıkçı kasabasının her lokantasında, kafesinde, Arnavut kaldırımında, hediyelik eşya mağazalarında onu arıyorum tek tek bakarak. 

Teknede buluşma zamanı azaldı biliyorum ama sevgilinin kokusu hala burnumda tütüyor, biliyorum ki burada bir yerde beni bekliyor. Vücudunun O harikulade kokusu ve dökülen sarı saçlarının tüyleri benim rehberim. Ona kavuşmadan gitmeyi reddediyorum. 

Rengârenk tarihi İtalyan evlerinin önündeki bankta çaresizce oturuyorum. Bacaklarım ağrıyıncaya kadar koşmam, şu tepelere tırmanmam hepsi onun içindi. Gömüyor mu ne kadar uğraştığımı. Neden benden kaçıyorsun demek istiyorum bulduğumda.

Saçını göğsüme yatırıp, ay şeklideki porto fino limanına bakarak birlikte hayaller kurmayı isterdim. 

Ama yoktu. Hava da kararıyordu. Tekneler bir bir ayrılırken limandan, etraftaki insanlar da çekilmeye başladı. Bu Aşk kasabası boşalıyordu. 

Her akşam olduğu gibi.

Grubun rehberi beni bulduğunda nefesi kesilmişti. En son ben kalmışım. 

Denize baktığımda lacivertleşen su içinde hüzünlü yüzünün gölgesi göründü. Rengi gitmiş, yüzü düşmüştü, gözünden akan yaşları silmeyi çok isterdim. Ellerini yüzüne kapadı, arkasını dönerek su üzerinde uzaklaşırken ben de onun peşinden gitmeyi çok arzuladım ama bırakmadılar. 

Tekneyle limandan ayrıldığımızda hava kararıyordu. Son vapurduk. 

Ne zaman masmavi denize baksam onu arıyorum. Hatta gökyüzünde, toprakta, suda ama göremiyorum. Onun saçının telinden, kaşından, o alımlı dudağından bir parça görebilsem, dokunabilseydim ne mutlu olurdum. Ama yoktu.

I found my love in Portofino

Galiba sadece oradaydı…

Doç. Dr. Arzu BALOĞLU

DOÇ Dr. ArzuBALOĞLU/kentekrani

Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 12 Ağustos 2020

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here