Coşkun KARTAL; KEMAL BEY’IN “KARŞI TARAFA” GEÇİŞ DEKLARASYONU!

0

Kemal Kılıçdaroğlu, üç yıl  önce CHP’nin 38. Olağan Kurultayında genel başkanlık yarışını Özgür Özel’in karşısında kaybetmişti.

Kurultay, üst üste yapılan iki tur oylama sonrasında,  kendisinin partiyi temsil, parti adına konuşma, politika belirleme gibi bütün genel başkanlık yetkilerine son vermişti.

Kemal bey, o zaman 13 yıl boyunca kullandığı bu yetkilerin  elinden alınmasının yarattığı travmayı, aradan iki yıl geçmesine rağmen  bir türlü atlatamamış görünüyor.

                       X        X       X

Oysa bu ülkede , çok sayıda genel başkan kurultay -kongre mücadeleleri sonunda siyasetin doğası gereği koltuklarını kaybetmişti.

Bunlar arasında, kurtuluş savaşı kahramanı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucularından, ikinci cumhurbaşkanı, çok partili düzene geçişin önderi,  İsmet İnönü en ünlüsüydü. 

Aslında Bülent Ecevit ve ekibiyle karşı karşıya geldiği kurultayda, ismet Paşa’nın genel başkanlık koltuğu tehlikede değildi; istediği takdirde Bülent Ecevit başta olmak üzere, CHP içinde kimse ona karşı aday da olmazdı.

Ancak kurultaya sunduğu parti meclisi listesi Ecevit’in listesine karşı kaybedince İsmet İnönü, genel başkanlıktan istifa etti.

Bizzat milletvekili seçtirip yetiştirdiği, kabinesindeki bakanlık verdiği, partiye genel sekreter yaptığı Bülent Ecevit, İsmet Paşanın da katılıp “aday olmadığı” kurultayda tek aday olarak genel başkan seçildi.

İsmet İnönü,  genç genel başkan Bülent Ecevit’in saygılarını sunmak için yaklaşması üzerine ayağa kalkarak saygıyla ceketini ilikledi ve önemli bir siyasal nezaket dersi verdi.

Daha sonra CHP’nin yeni yönetiminin politik- ideolojik tutumunu beğenmeyince de partisinden istifa etti.

İsmet paşa CHP Malatya milletvekili seçildiği Meclis’te bağımsız milletvekili olarak kalmayı kendine yediremedi ve milletvekilliğinden de istifasını verdi.

Bir gün sonra da, 1961 anayasasının eski cumhurbaşkanlarına tanıdığı haktan yararlanarak Cumhuriyet Senatosunda “tabii senatör” sıfatıyla yemin etti.

Bu süreçler boyunca eski partisine,  yeni yönetime karşı kamuoyu önünde tek kelime etmemiş, kimseyi suçlamamış,  polemik yapmamıştı.

Umur görmüş bir devlet adamının vakur davranışlarını sergilemişti.

                           X        X         X

Türk siyasi tarihinde bu konuda başka bir örnek daha vardı.

Anavatan Partisi Genel Başkanı ve “Başbakan” Yıldırım Akbulut, partisinin 1991 yılındaki büyük kongresinde Mesut Yılmaz’a karşı genel başkanlık yarışını kaybetmişti.

O yıllarda politikacılığı eleştirilen, hatta hakkında fıkralar üretilen Akbulut, aynı gün Çankaya köşküne çıkarak Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a istifasını sunmuştu.

Başbakan’ken kaybeden Yıldırım Akbulut, partisinden de ayrılmamış, siyasi hayatına milletvekili olarak devam etmişti.

Partisinin yeni yönetimiyle daha sonra kamuoyu önünde bir polemik ya da tartışma yaşamamıştı.

O dönemlerde siyasetin yazılı olmayan gelenekleri ve nezaket kuralları bu tutumları gerektiriyordu.

Bir çok siyasi partide kurultay ya da kongrelerde genel başkan değişiklikleri olur, düşürülen genel başkanlar çoğunlukla köşelerine çekilir, gündemden uzak kalmayı tercih ederlerdi.

                     X         X          X         

Uzun bir bürokratik yaşamın ardından siyasal hayata adım atmış olan Kemal Kılıçdaroğlu ise CHP’de 13 yıl sürdürdüğü genel başkanlık yarışını kaybettikten sonra pek alışılmamış ve partililerinin de kendisine yakıştıramadığı davranışlar sergiledi.

Genel başkanlığı kaybettikten sonra partisinin ve evinin dışında bir ofis kiralayarak “siyasal çalışmalarını” buradan sürdüreceğini açıkladı.

Bu tavır, eski genel başkan olarak partinin denetimi, gözetimi ve bilgisi dışında ama “partili” bir odak oluşturmak anlamına geliyordu.

Daha açık bir deyişle,  parti dışında açtığı bir ofisten “düşürüldüğü genel başkanlığa” yeniden dönmek için siyasi faaliyetlerini aralıksız sürdürüyordu.(Bu da ilk bağışta “doğal” hakkı sayılırdı.)

Bu faaliyetler epeyce bir süre görünürde siyasetten uzak bayram kutlamaları, başsağlığı dilekleri, felaketler üzerine yayınladığı kamuya açık mesajlardan oluşuyordu.

Bunun dışında, ne genel siyasi durum, ne de partisini doğrudan ilgilendiren ve genel başkan ile partisinin “komplo” diyerek adlandırdığı  gelişmeler karşısında yorum yapmıyor,  sessiz kalmayı tercih ediyordu.

Buna seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması, görevden alınmaları, kimilerinin yerine kayyum atanması, haklarında çoğu hukukçuya göre dayanaksız, kanıtsız, çelişkili iddianame hazırlanması dahildi.

CHP’nin üç yıl önce hakim gözetiminde yapılıp sonuçları YSK tarafından onaylanan kurultayının şikayetler üzerine alt mahkemelerde  iptal ettirilme girişimleri gündeme gelmişti.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kayyum olarak atanacağı söyleniyordu..

Kendisi, o zaman böyle bir görev verilirse “partisini sahipsiz bırakmama adına” görevi kabul edeceğinin işaretini veriyordu.

CHP  hem siyasi, hem hukuki yollardan direniyor, Kılıçdaroğlu ise  İstanbul’un bütün ilçeleri ve Türkiye’nin pek çok il merkezinde yapılan ve önemli kalabalıkların toplandığı mitingleri görmezden geliyordu.

Bu arada toplanan ve genel başkan ile parti meclisi seçimleri de yapılan olağanüstü kurultaylara da katılmadı.

Nihayet, 39.olağan kurultay’a çok kısa süre kala yayınladığı video ile suskunluğunu bozdu.

Yolsuzlukla suçlanan partililerin yargılanarak  “arınması” gerektiğini söylüyordu.

Sanki onlara karşı ileri sürülmüş iddialara ve “içerdekilerin” cezalandırılması gerektiğine inanıyor gibi bir açıklamaydı.

Oysa partisinin görüşü, düzgün kanıtlarla adil yargılama yapılması, hatta yargılamanın. TRT ve başka TV kanallarında canlı yayınlanmasıydı.

Tutukluların suçsuzluğuna o denli inanıyorlardı.

Kemal bey ise sadece suçlananlara “arınıp gelin” diyordu. (Suçlananlara karşı ileri sürülmüş iddialara inanıyor ve “içerdekilerin öylece cezalandırılmasını” istiyor bir havası vardı sanki.)

Konuşmasında partisinin özellikle bütün parti tabanından ve parti dışı muhalif çevrelerden büyük destek gören “çözüm sürecindeki” tutumunu da eleştiriyordu.

İma yoluyla,  İmralı’ya gidip Öcalan’la orada görüşmeyi reddeden partisinin süreci hazırlayanların önerilerine uyarak kabul  etmesini istiyordu sanki!

Kamuoyunda kurultaydan hemen önce partisinin yönetimine karşı yaptığı bu ilk açıklama yadırgansa da resmi bir tepki verilmedi.

Ancak,  tam da olağan kurultayda genel başkan seçiminin yapılacağı 29 Kasım 2025 günü , yandaş gazetelerin en önemlilerinden Sabah gazetesinde, birinci sayfada büyük yer kaplayan bir haber yer aldı.(Haber, neredeyse aynı sayfada yer alan Cumhurbaşkanı haberiyle eşit büyüklükteydi.)

Kemal bey, Sabah’a yaptığı açıklamada daha önce yayınladığı videoda dile getirdiklerine benzer şeyler söylemişti.

Haberi yazan muhabirle birlikte poz verdiği büyükçe bir boy fotoğrafı da yer alıyordu..

Aslında buradaki haberin asıl mesajı, Kemal beyin ne söylediğiyle ilgili değildi.

Mesaj, bunları “nerede” söylediğindeydi.

Zira,  durup dururken Sabah gazetesini arayıp “size bir demeç vermek istiyorum” dese , Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerini kolayca haber yapma gelenekleri yoktu!

Bu söyleşinin “özel haber” olma olasılığı da bu günkü basın ikliminde çok zordu.

Normalde CHP ile ilgili haberler yalnızca yıpratmak, kötülemek için kullanan bir habercilik anlayışının Kemal bey’e de “temkinli” yaklaşması gerekirken, gazete kendisini adeta himayesine almıştı.

Kemal beyin söyledikleri partisine karşı -hem de genel başkanın seçildiği gün- açık bir tavır, bu sözlerin yayınlandığı basın kuruluşu itibarıyla da, inkar edilemeyecek bir “karşı tarafa geçiş” deklarasyonuydu!

İnsan merak ediyor.

Daha üç yıl önce yüzde 48 oy alan muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı, bu kadar kısa sürede hangi saikler, gerekçeler, dürtüler ve niyetlerle “karşı tarafa” geçecek hale gelmişti?

Coşkun KARTAL