Hülya Bilge GÜLTEKİN; Yağmurlar daha çok pencereler içindi

0

Hülyaperest

Yağmurlar daha çok pencereler içindi


bir sutanesiyim

süzülüyorum camdan cana

akıp gidiyorum hayattan

en çok da sana

Yağmur başladığında evinde olup da onu duymazdan ya da görmezden gelenler var mıdır bilmiyorum. Varsa da ben onlardan biri hiç olamadım. Kendimi bildim bileli küçücük bir su serpintisinde dahi sezgilerine uyup kulaklarını bir heykel gibi diken köpeklere dönmüşümdür​ daima… Ve yanılmamışımdır… Yağıyordur…​

Yapraklardan ve taşlardan ve çatılardan sekerek… Kuşların ve kedilerin ve kadınların saçlarına saydam çiçekler dökerek… Yalnız ve elleri üşümüş olanları, sıcak dudaklarından, bir daha bir daha, kimselere göstermeden öperek… Gece yüzlü sokak çocuklarının öpülmeyi unutmuş yanaklarından kayan bir yıldız gibi süzülerek… Yağıyordur…​

İnce bir ustalıkla toprağa sinerek… Duyanları ya da görenleri kederlerinden bir parça da olsa uzaklaştırmak için geldikleri o başka aleme götürerek…Toprağına su değdiği anda dirilecek olan solmuş bir ruhu derinden gülümseterek… Yağıyordur..​

“Dayanamam birden gelirsen.”

Usul usul ışıyan güneş gibi gel.. Meraktan camdan içeriye uzansın ıslak akasyalar..​ Güller çıldırıp göz yaşı döksün sevinçten.. Yağmura rağmen pencereden aşağıya sarksın sardunyalar seni görebilmek için.. Ayva çiçekleri selam dursun bakışlarındaki sarı pırıltıya.. Gelmeden önce haber sal sularla, ağaçlarla, göklerle, kuşlarla..

“Yağmurlara söyle geleceğin günü..”​

“Önce bir yağmur bir yağmur iki gözüm.”

Bir yağmur bir yağmur ki… Yağıyordur; iki gözüm iki ıslak kuş.

Yağıyordur; yıkılmış evrenler üstüne… Bir yağmur bir yağmur ki; iki gözüm iki virane vitrin. Yağıyordur; bölük bölük yalnızlıklar dökerek.. Yağıyordur; öksüz hatıralar üstüne. İki gözüm boynu bükük iki çocuk.. Bir yağmur bir yağmur ki. Yağıyordur; kırk ikindiler üstüne kırk kuşkuyla karışık.. Bir yağmur bir yağmur ki. Yağıyordur; seni ikişer üçer yitirdiğim kavşaklara… Yağıyordur; ayak bileklerime zehirli yılanlar gibi dolanan yollara.. Yağıyordur; iki gözüm taş taş çöken iki kutsal yapı… Bir yağmur bir yağmur ki. Yağıyordur; geçit vermeden sevdama.. Yağıyordur; iki gözüm iki yabancı kapı.. Yağıyordur; ellerimsiz.. Bir yağmur bir yağmur ki; bitimsiz.. Ta can köşemden yağıyordur… Yağıyordur; iki gözüm son iki çağrı. Yürek yürek son iki yeşerme.​ Bir yağmur bir yağmur ki. Yağıyordur; çağ çağ, kanat kanat. İki gözüm iki sevgi, iki ışık, iki nur.​ Yağıyordur; ah o yağmur, o yağmur.. Bir yağmur bir yağmur ki. Yağıyordur; uzak imbatların en kırık vaktinde.. Bir yağmur bir yağmur ki… Bir martı çığlığı.. Hoyrat bir can acısı… Yağıyordur; sevdalı bir ıslık.. İçli bir yakarış.. Çocuksu bir şarkı..​

“Damlar yüreğime ılık bir sızı.”​

Yağıyordur… Parklar ıslak.. Caddeler boş..​ İstasyonlar hüzünlü..​ Büyük bir şair nasıl geçirmeli bu koskoca günü..? Kitapları ıslak.. Sigarası sönük..

Şehir acınacak halde, şiir haykırsa duymaz alimallah hiç kimse..​ Yağmur,​methiyelerine aldığı karşılıktır şairin bulutlardan.. Ama ağaçlar nereden bilecek bunu.. Kendi hallerine bakmadan onlar alay etmede koskoca şairle, yağmurda tek ıslanan oymuş diye..

“Yağmur, yağmur… Bu neyi anlatır?”

Bunca siste yolunu nasıl bulur, nereye gider bunca ıslak serçe.. Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmaya mı? Yağmur neyi anlatır, son yazın toparlanıp gittiğini, son ateşin​ söndüğünü mü? Son kaçkın, son eşkıyanın hüznü bir köşesinden tutup kaldırdığını mı? Neyi​ anlatır bu yağmur? Oyunun bittiğini mi, o kesin güz çizgilerinin, sevgi ve ölümle örselenen aklı tutup kaldırdığını mı?​

“Yağmurun yağdığı saatlerde.”

Aynı hikâyeyi söylemek için elele. Yağmurun yağdığı saatlerde buluşur; çok uzaktan gelenle onu bir ömür bekleyen. Aynı saatlerde, kollarını dayamış pencereye, kendi halince bir yalnız, şekiller çizip durur buğulu camlara, sürreal yararsız.. Tam da o saatlerde uzun yollara bakar biri, aynı hasret, aynı iç çekişle, uzun ve suskun.. Yine yağmur, yine su çiçekleri, yine bir şarkı dilinde mahzun, öyle unutmuşuz ki kendimizi, bırakma ellerimi, bırakma hikâyemizi, ne olacaksa sonsuz olsun..

“Bırakma ellerimi ne olursun.”​

“İğneli sözler gibi yağıyor yağmur.”

Yeni yetme bir kızın annesini reddedişi gibi yağıyor.. Bir öfke, bir cevap, bir yanlış anlama gibi yağıyor.. Bir erkeğin babasıyla bir ömür süren savaşı gibi yağıyor yağmur.. Bir itiraz, bir başkaldırı, soylu bir duruş gibi yağıyor.. Teldeki kuşlara değmemeye çalışarak yağıyor. Camlara. Camların dışına. Biz içerdeyiz, tenimizin içindeyiz. Bir arzu, bir korku, bir ölüm uykusu gibi yağıyor yağmur. Kim konuşsa bıçak gibi kesiyor sözünü. Hiç dinmiyor.. Sezgi gibi, sevgi gibi..​

“İğneli sözlerimizi yumuşatıyor.”​

“Yağacak gibi düşünürdüm havalara bakarak.”​

Bir kasvet, bir telaş kuşlarda ve bulutlarda, bir doğum sancısı, sonra patlayan sular seller. Ve en sonunda içimize çekmeye doyamadığımız o iyicil koku. Siz yağmurdan sonraki toprak kokusu dersiniz ona ama şair yeni doğmuş bebek kokusu.

Siz daha bir başlangıç bile değilken. Sizi sayfalar dolusu doğurdum ben. Tek tek, irili ufaklı, yuvarlanıp gittiniz çinkoların oluklarından. Kimbilir kimdi bunu size bakıp ilk söyleyen. O gün bugün, bir yağmur damlası gibi düşüyor insanoğlu ve yuvarlanıp gidiyor kendi sonuna doğru.​

“İri damlaları o seyrek yağmurun.”​

“Dışarıda bir yağmur serin ve ince.”

Üşüdüklerini düşünürüm tir tir titreyen ağaçlar takılınca gözüme. Sanki farkındaymışlar gibi içim acır; sokak kedilerine Fransız balkonlarından bakan ev kedilerini görünce.

Kâh ölüm yalnızlığı olur çöken kurşunîlik kâh içli bir sevda türküsü. Çocuklar gibi yokuş aşağı coşkuyla koşarken sular.

“Gönlümü harman eder gizli günâhlar.”

“Vareden’in adıyla insanlığa inen Nur.”

Bir gecenin içine ağan yıldızlar gibidir yağmur. Kutlu bir zafer gibi boşanır rahmet vadilerinden. Güzide bir mektubun ışıyan sözcükleridir kimi, bembeyaz dokunur gecenin siyahına, ustaca. Arındırır yeryüzünü insanlığın nesilden nesile aktardığı kirden.

“Yağmur seni bekleyen bir taş da ben olsaydım.”​

“Elimden tut yoksa düşeceğim.”

Bir tomurcuk gibi patlayacağım düştüğüm yerde. Bir çiçek gibi bir mevsimlik olacak ömrüm. Elimden tut, gözlerim korkuyor yağmurdan, kaçmazsam iki yıldız gibi düşecekler önüme. Akşamsa, eylülse, ıslanmışsam, yalnızsam, yanılmışsam, korkmuşsam. Elimden sıkı sıkı tut.

“Yağmur beni götürecek yoksa.”​

Bu yazı kurak bir günde bir yağmur duası olarak yazılmaya başladı. Bir yandan usta şairlerin yağmur şiirlerini okurken bir yandan da onlardan dize ve esin alıp bu yazıyı kaleme almaya çalıştım. Son gözden geçirmeyi yaparken yağmur da çiselemeye başladı. Daha ne çok şairin ne çok şiiri vardı buraya alabileceğim oysa ama ben burada bırakıp pencereye koştum. Afşar Timuçin’in de Yağmurlara Söyle şiirinde dediği gibi:

“Yağmur en çok pencereler içindir.”

Bir de yürekleri aydınlığa açılan şairler için.

Yazıya dize ve esin veren şairler ve şiirleri:

Gülten Akın

Uzun Yağmurlardan Sonra

Ümit Yaşar Oğuzcan, Yağmur Altında Öpüşmek

Ahmet Hamdi Tanpınar, Yağmur

Afşar Timuçin, Yağmurlara Söyle

Bekir Sıtkı Erdoğan, Yağmurda Unutulan Şarkı

Şükran Kurdakul, Yağmurda

Attila İlhan, Yağmur Kaçağı

Muzaffer İlhan Erdost, Yağmur Yağdığı Saatler

Cem Uuzungüneş, Yağmur Gibi

Oktay Rifat, Yağmur Başlangıcı

Ahmed Arif, Yağmur

Nurullah Genç, Yağmur

 

Hülya Bilge GÜLTEKİN

 

Hülya Bilge GÜLTEKİN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 210 Kasım 2021

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here