Kış Musikileri

0

Hülyaperest

Kış Musikileri

KIŞ MÛSÎKİLERİ

Kuş seslerini sevmeyen yoktur da kış seslerini sevebilmek o kadar da kolay değildir.
İlki insanın içini sevinç ve coşkuyla doldururken ikincisi nasıl göründüğünü hayal dahi edemediğimiz, gözle görülmez elle tutulmaz, devasa bir yaratığın sesiymiş gibi ürpertir yüreklerimizi çünkü.

Ama benim gibi içe dönük bir yaradılışa sahipseniz bir yandan ürperir bir yandan da içten içe bir memnuniyetle; iyi bir bestekârın ya da şairin baş yapıtlarından birini dinliyormuşçasına haz duyarsınız bu seslerden. Melankolik mûsîkiler duyarsınız. İlk duyduğunuz da Yahya Kemal Beyatlı’nın Kar Mûsîkileri şiiri olur.

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,
Bir erganun âhengi yayılmakta derinden…
Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.
Birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık!

Ama bu kadarla kalmaz. Mevsim kıştır. Gece uzundur. Virginia Woolf’un da dediği gibi; “Melankoli, bir kış gecesinin çıkardığı seslerdir.” Bu sesler, ıssız ve küçük bir aradan sonra hemen bir yenisinin seslendirildiği şiirler silsilesine dönüşür. Dışarda değilse bile içerde Ahmet Muhip Dranas’ın Kar şiiri döne döne yağmaya başlar üstünüze.

Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan
Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram…
Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır – tek, tenha – bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.

Bilinçli olarak ilk şahit olduğumuz kar yağışı belleğimize hangi duygu ve etkiyle işlemişse, kaç yaşında olursak olalım, her kar yağışı o çocuksu büyüyle sarıp sarmalar dünyamızı yine. Yağdıkça elimizden kayıp gitmiş olan çocukluğumuzu, saflığımızı, masumiyetimizi geri getirir sanki kar. Eriyip gideceğini bildiğimiz halde açıp pencereyi doldurmak isteriz avuçlarımızı. Ya da atıp kendimizi kapıdan dışarı tepeden tırnağa bürünmek o büyülü beyazlığa. İsmail Uyaroğlu’nun Çocuk ve Kar şiiri aklımıza gelene kadar sürer bu pervasız sevinç. Geldiğinde yoklukların erken büyütüp hayatın bütün kışlarıyla erken yüzleştirdiği o büyümüş de küçülmüş çocuğun melankolik mûsîkisi yankılanmaya başlar yüreklerimizde.

Kar kardeş
Babam palto alamıyor bana
Ne olur beni anla
Ve sıcak yağ biraz olsun
Benim için
Kar kardeş
Babam oyuncak da alamıyor bana
Tekdüze geçiyor bu yüzden günlerim
Ne olur biraz da
Renkli yağ renklensin içim
Ne kadar severim seni o zaman
Bilsen kar kardeş
Ne kadar severim

Bu paltosuz çocuk, bir başka paltosuz çocuğun sadece kendi yüreğini dağlayan kış mûsîkisine götürür hemen bizi. O gün hiç kimseye göstermemişti gözyaşlarını çünkü. Palto yerine geçsin diye kış başlamadan ona kalın bir hırka ören annesinden özellikle gizlemişti. Hafta sonu karşıki komşularına hali vakti yerinde misafirler gelmiş, pazartesi günü tam da onun okula gitmek için evden çıktığı saatte onlar da çıkmıştı evden. Bir gün önce birlikte vakit geçirdikleri için sevinmişti bile bu karşılaşmaya küçük kız. Otobüs durağına kadar onlarla birlikte yürümek yine çok iyi gelecekti ona. Çok geçmeden buna bir de sabah ayazını taçlandıran ilk kar sevinci eklenmişti üstelik. Küçük kız hangisine daha çok sevineceğini şaşırmışken misafirlerden biri; “Bu havada hırkayla okula mı gidilir, çabuk eve git ve paltonu giy!” diye çıkışmıştı. Çakır gözlerini parıl parıl parlatan sevinçlerinin iki iri taşa dönüşüp yüreğine inmesine mi üzülsün, gidip giyecek bir paltosunun olmayışına mı bilememişti. Hali vakti yerinde olan olmayanınkini nasıl anlasın, aralarından bir tanesi dahi anlamamış ve ısrarla küçük kızı olmayan paltosunu giysin diye evine göndermişlerdi. Mutfakta kahvaltı bulaşıklarıyla uğraşan annesine görünmeden odasına kapanmış ve o günü odasında ağlayarak geçirmişti küçük kız. Oysa ne çok beklemişti ilk karın yağmasını. O kendilerini beğenmiş misafirler, yolunu gözlediği bu masalsı günü mahvetmişlerdi. Bilseydiler hırkasının sıcacık hikâyesini, onu sıcacık sarıp sarmaladığını da bilirlerdi elbet! Kamyondan bozma dükkânıyla gezen seyyar bir tuhafiyeden almışlardı ipini. Çileleri küçük kızın elleri arasına tutturup öyle sarmıştı annesi. İki kat sarmıştı üstelik, kalın olsun da palto yerini tutsun diye. Gece gündüz demeyip örmüş, havalar soğuyuncaya kadar da bitirmişti. Örgüsünü de küçük kız nasıl istediyse öyle yapmıştı. Yol yol, dört parmak haraşo, dört parmak saç örgüsü, yine haraşo, yine saç örgüsü. Bir de bere kalan ipten, hem de hırkasıyla takım, aynı örnekten! Gökyüzüne yıldızlar serpilmiş gibi olacaktı karlar düştüğünde üzerine. Bu yüzden lacivert istemişti küçük kız hırkasının rengini. Bir gün önce misafirlere özenip hali vakti yerinde olmak istemişti büyüdüğünde. Bir gün sonra ise onların anlayışsız tutumları yüzünden değiştirmişti fikrini. Okumayı seviyor diye öğretmeninin birini alıp birini ödünç verdiği kitaplardaki şairler gibi olacaktı. Yazdıkları şiirlere bakılırsa yoksulların halinden en iyi onlar anlıyordu çünkü. Bu isteği iyice pekişsin diye arada bir ağlamayı bırakıp günlüğüne not aldığı Bertolt Brecht’in Kar Yağmaya Başlıyor adlı şiirini tekrar tekrar okumuştu.

Kar başlıyor yağmaya.
Burada kimler kalacak?
Eskisi gibi gene
Taşlarla yoksullar.
İçerideki hakimiyeti sessizliğe vermiş dışarıyı kasıp kavuran kış seslerini dinlerken bir yandan da ilk kar gece mi yağmalı yoksa gündüz mü diye düşünüyorum. Kalkıp bakıyorum pencereden dışarı. İki tane sokak lambası boylu boyunca görünüyor evimden. Hemen yağsa ne hoş olurdu diyorum. Lambalar, adına dünya dediğimiz soğuk ve karanlık sahnenin bir bölümünü sarı sıcak aydınlatmış. Kar tanelerinin dans ederek gösteriye çıkmalarını bekliyorlar adeta. Gündüz yağarsa da… Ağaçlara, çatılara, bahçelere.. Kedilere, kuşlara, taşlara… Varsıl ya da yoksul tüm insanlara ne oyunlar ettiklerini görürüm kar tanelerinin diyorum. İlk gösteri suare mi olacak bakalım, matine mi deyip kendi kendime gülüyorum. Biri es kazara görse penceredeki halimi, bu korkunç sesli gecede gülünecek ne buluyor ki bu kadın, delinin teki herhalde derdi. İçimde inceliğin ve güzelliğin delisi olan, ayazda sıcaklığı, karanlıkta parlaklığı daha da perçinlenen o mucizevi cevheri ona nasıl anlatabilirdim ki..?
Küçük bir şiirle belki.

kış mûsîkileri geçiyor içimden
-aralıksız ve çırılçıplak
sıcak evlerine gidiyor
hali vakti yerinde olanlar
üstlerinde kalın paltoları var
ve zerre kadar umurlarında değil kar
bense soğuk ve yıldızsız bir gecede
paltosuz bir kızın
gündüz düşlerinde gülüyorum..

Hülya Bilge GÜLTEKİN

Hülya Bilge GÜLTEKİN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 28 Kasım 2021

Anonim için bir cevap yazın İptal

Please enter your comment!
Please enter your name here