Site icon Kent Ekranı

Coşkun KARTAL; ÇÖZÜM VE KURULTAY SÜRECİNDE ANTİ- CHP TAVIRLAR

Çözüm sürecinde gelinen “Meclis komisyonunun İmralı’ya gitmesi” kararı, her kesimde kendine özgü tepkilere yol açmış görünüyor.

Hem tepkilere, hem yeni anlaşmazlıklara, hem de toplumsal kırılma alametlerine.

Komisyon’da yer alan bir çok siyasal partide de yeni iç sorunların kapısı açılıyor sanki.

Karara olumlu ya da olumsuz katkıda bulunmuş siyasi partiler, elbette kendi içlerinden gelen tepkileri nasıl göğüsleyeceklerini hesaplamışlardır!

Örneğin AKP, genel başkan ve Cumhurbaşkanının “karizmasıyla” , Abdullah Öcalan’ın ayağına gidilmesine karşı tepkileri, en azından  yumuşatma şansına sahip!

Her ne kadar, hem liderleri, hem de komisyondaki üyeleri suskun görünse de, İmralı’ya gitme kararı sonuçta partiye ait.

MHP’de ise genel başkan Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki “Gerekirse yanıma üç arkadaşımı alıp İmralı’ya ben giderim” çıkışı ve bu sözlerin milletvekillerince ayakta alkışlaması gündeme damga vurmuştu.

Pek çok kişi, konuyu AKP ile MHP arasında bir ittifak çatlağı varmış gibi görse de, böyle bir çatlağın büyümesinin oldukça zor olduğu ortada.

 Genel başkanın bu açık tavrının ardından alınan İmralı’ya gitme kararı,  MHP içinde “en azından şimdilik” tepkilerin ön plana çıkmamasını sağladı. 

(Zaten MHP’nin ünlü parti disiplini, bu tür parti içi tartışmalara cevaz vermeyen önemli bir unsur olarak bilinir!)

Komisyon’daki bazı küçük partiler red, bazıları kabul kararı aldı. 

Muhtemelen o partilerde de bazı iç hesaplaşmalar gündeme gelmektedir.

Ancak, CHP’nin  İmralı’ya gitmeme kararı, bir çok çevrede neredeyse şok etkisi yaptı!

Bu karar, parti tabanında ve partili olmayan bir çok kesimde genel kabul görürken, en çok şok’a uğramış görünen kendisini çözüm sürecinin -asli değil yardımcı muhatabı- olarak gördüğü anlaşılan DEM parti idi.

Üye yapısı sınıfsal bir mozaik’i andıran DEM Parti,  sanki bir başka partinin kararlarında söz sahibi olmak en doğal hakkı imişçesine, ne siyasete ne de siyasal nezakete sığmayan sertlikte tepkiler gösterdi.

Bu tepkilerin en göze batanı, kuşkusuz, çok etkili bir muhalefet örneği sergileyen CHP’ni ana muhalefet görevinden azletme ve DEM’i ondan boşalan göreve mesnetsiz atama girişimiydi!

Partinin , İmralı’ya önceden gidip Abdullah Öcalan’la devlet arasında mesaj taşıma ayrıcalığına sahip temsilcisi Pervin Buldan, kim bilir nasıl bir ruh haline girdiyse kendince kesinleştirdiği bombayı patlattı!

“Bundan böyle ana muhalefet partisi DEM partidir. Nokta!”

Gerçi bir süre sonra birileri “hop” demiş olsa gerek, bu paylaşımını kaldırdı.

Ancak, iktidarın kim, ana muhalefetin kim olacağı teknik olarak anayasal ve yasal kurallar ve iç tüzükle belirlenmiş bir ülkede, bu sözler,  ileride mutlaka karşısına çıkacak tarihi bir gaf olarak yerini aldı.

Bunun, DEM’in, silahları bıraktığı öne sürülse de bunun pek işareti henüz görülmeyen PKK’nın, mesaj taşımaktan başka bir işlevleri olup olmadığı belirsiz Buldan ve öteki temsilcilerin işine yarayıp yaramayacağı kuşkulu.

Toplumun çok büyük kesimi tarafından  teröristbaşı olarak tanımlanan Abdullah Öcalan’a yarayıp yaramayacağını da zaman gösterecek!

Ancak DEM Partinin Pervin Buldan’ın paylaşımı ve öteki yöneticilerin demeçleriyle ortaya çıkan tavrı, çok büyük beklentileri olanların hayal kırıklığının parti kademelerine dağıldığının da göstergesi oldu.

Her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

Hatta bu konu siyaset üstü olmalıdır diye CHP’ye siyasetin nasıl yapılacağını öğretmek isteyenler çıktı.

DEM’lilerin tepkilerinden, “çözüm” konusunda CHP’ne bel bağladıkları, son durum karşısında “süreç yine başarısızlığa uğradı” düşüncesiyle hayal kırıklığı yaşamaları “kendi açılarından” olağan karşılanabilir!

Olağan  olmayan, “aynı hayal kırıklığını” partinin kurultayda düşürülmüş genel başkanı ve bir takım liberal çevrelerin de yaşıyor görünmeleri.

15 yıl önceki Anayasa referandumunun yetmez ama evet’çileri de bunlar arasında.

“Benim bu sürecin başarıya ulaşacağından umudum yok ama CHP İmralı’ya gitmeliydi” gibi absürt sözlerle CHP’ne rol biçmeye kalkışan liberaller söz konusu.

Ancak, son zamanlarda dünya yıkılsa olup bitenlere ses çıkarmayacağı sanılan CHP’nin kurultay’da düşürülmüş genel başkanı, birden bire kendini ortaya attı.

Biraz rengi soluk ve  formsuz görünse de, yayınladığı iki buçuk dakikalık görüntüyle, “görüşlerini açıkladı.

Dokuz aydır  yolsuzluk davalarından  içerde olan , yüzlerce partilinin bu davalardan aklanarak arınması gerektiğini söylüyor.

Oysa bu tutuklama ve suçlamaların bir çok komplo ve hukuk dışı yöntemlerle yapıldığını söyleyen partisinin genel başkanı. Her hafta yüz binlerce yurttaşın katıldığı mitinglerle hukuk dışılığın giderilmesini, adaletin sağlanmasını istiyor.

Talebi ise suçlananların adil yargılanması, hatta yargılamaların başta TRT olmak üzere TV kanallarından canlı yayınlanması.

Yani bütün toplumun önünde adil şekilde yargılandıktan sonra “arınmaları”.

Eski genel başkan , bunları görmezden gelip , her gün  bir başka çelişkisi ya da tutarsızlığı kendi partisi, başka siyasetçiler, taraflı tarafsız bir çok hukukçu tarafından ortaya konulan iddianameyi “kabullendiğini” ortaya koyuyor.

CHP yönetimi suçlananların “arınmasını istemiyormuş “ gibi bir görünüm yaratıyor.

Bir yandan da, açıkça ifade etmese de, CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararını ima yoluyla  eleştiriyor, “siyaset üstü” olması gerektiğini söylüyor. (Bir zamanlar kendisinin de “ne demek İmralı’ya gitmek, sorunların çözüm yolu Meclis’tir” şeklinde sözler söylediği video kayıtları sosyal medyada yeniden dolaşımda)

Peki, CHP İmralı’ya gitme kararı alsa siyaset üstü mü davranmış olacaktı?

Bu tavır, bilinçsiz değilse, yakında toplanacak olan CHP kurultayını karıştırma operasyonudur.

Kemal bey, “meşru yollarla” yeniden CHP’nin başına gelmek istiyorsa, karnından konuşarak partisinin yönetimini yıpratmaya çalışacağına açıkça adaylığını ilan etmeli ve diyeceğini kurultay’da söylemelidir.

Hatta kendisini hala desteklediğini sandığı yüzde 48’in desteğini de arkasına almalıdır.

Siyasal etik bunu gerektirir.

Coşkun KARTAL

Exit mobile version