“Biraz rahat bırakın ruhları yahu!”
Sabah uyandığı dakikalarda cep telefonunu eline alıp yattığı yerden karıştırmaya başlayanlardan mısınız? İtiraf edeyim, ben öyleyim. Bir kaç dosta, bir iki gruba günaydın deme alışkanlığım var. Bu günaydın mesajları çok sevimli; pozitif enerjili, sevgi pıtırcıklığıyla şükür paylaşımları. Tanıdıklarımdan biliyorum, ruhunda ne kadar depremlerin altüst ettiği izleri rötuşlamış, yüreğini yerden toplayıp “Bu da benim sınavımmış” moduyla gezen varsa hayatla uzlaşmayı, evrenle kanka olmayı öneriyor.
Kontrolün kendinde olması tabii iyi hissettiriyor. Direksiyon insanın elindeyse rahatlatıyor. Yalnız modern insan için yeni gibi sunulan teselliler kavram olarak değişti, içerik aynı.
Örneğin “evrene pozitif mesaj göndermek” konusu, dua etmenin evrilmiş hali olmalı. “Nur içinde yat” söyleminin “ışıklar içinde uyu” cümlesine dönüştüğü gibi. “Yıldızlar yoldaşı olsun”; Ebedi uğurlamalarda duyguların süslü bir hüzün motifi adeta.
Evrene pozitif enerji yollamak için bir frekans olduğu düşündürülüyor. Dalga geçmiyorum, şifresiz maç veya film izlemeyi çağrıştırıyor sanki.
Jung’a göre içimize sindiremediğimiz, kabullenemediğimiz her şey başımıza kader olarak gelir. O alaca karanlıkta ruh olgunlaşmaya çalışırken, bu ışık tutkunları bizi sürekli aydınlığa, yıldız yağmuruna çağırıyorlar. Ruhlar da depresifliğin loşluğunda güdük kalıyor. Biraz rahat bırakın ruhları yahu.
Maske olayı
İnsanları olduğu gibi kabul etmek herkesin harcı değil. Küçük bir kıvılcımla sinirlenmeye bakar.
Güzel bir manzarayı keyifle izleriz. Değiştirecek halimiz yoktur. Ama söz konusu karşımızdaki kişi ise, onu beynimizdeki sevilen fotoğrafların ayrıntılarıyla neredeyse kusursuz hale getirmeye çalışırız. Ne var ki zaman rötuşları akıtır, karşımızda yabancıladığımız, sevmediğimiz silik biri kalır. Bizim eserimizden arta kalmış, zamanın kurbanı olmuş bir enkazdır o.
Hayal kırıklıklarından bitap düşüyoruz ya, inadına birilerinin maskesini aşağı çekmek, ruhunu soğan gibi soymak artık alışkanlığımız oluyor. O kadar değil, üstüne üstlük bir güzel yargılıyoruz.
Karşıdan görebilsek; yüzlerimizde kendi maskemiz, karşımızdakinin ruhunu çekiştirip soymaya çalışıyoruz. Biri bizim maskemizi indirmeye kalkışınca ise en tizinden ciyaklayıveriyoruz.
Haklı değil miyiz?
Ansızın şehrin orta yerinde peştemalla, tokyoyla kalmış gibi oluruz maskemiz çıkınca… Ama hâlâ kendi sevmediğimiz çıplak halimizle başkasının maskesini çekiştirmeye uğraşıyoruzdur.
E, hani evrene pozitif mesajlar yolluyorduk? Evren’e yolladığımız mesajlar yanlışlıkla Kenan Evren’e mi gitti nedir diyorduk… Hem inanıp hem dalgasını geçebiliyorduk. Usta sevgi pıtırcıkları olarak çekim yasası makinistleriydik? Bu sinir bozucu, agresif hal nereden fırladı ortaya? Birinden biri ıslak odunla girişecek gibi bu durumdan ‘var olmanın dayanılmaz hafifliğine’ ışınlanılabilir Mi? Zor.
Oysa insan ilişkileri zedelenmeye gelmiyor. Açılan küçük gedikler çoğalıp büyüyüveriyor. Birinin maskesini indirirken incitmemeyi başarmamız gerek. Senin her halini görmeye, bilmeye çalışıyorum, hâlâ beğeniyorum, inanıyorum demeye alışmamız lazım. Yoksa maske koleksiyonumuz dürüstlüğümüzle aramızdaki mesafeyi iyice açacaktır.
Füsun ALTINOK

