Boston’da bir Temmuz gecesi, Coldplay konserinin dev ekranında beliren masum bir sarılma anı, dijital çağın merceğinde bir infaza dönüştü. New York merkezli yazılım şirketi Astronomer’ın CEO’su ve insan kaynakları yöneticisi—her ikisi de evliydi—binlerce kişinin önünde “Kiss Cam”e yakalandıklarında, belki kısa bir mahcubiyet hissettiler. Ama o anda, dijital linç dalgasını tetikleyecek fitilin ateşlendiğini ve istifalarına uzanan yolun taşlarının sessizce döşendiğini henüz bilmiyorlardı.
YouTube’dan İzle
Astronomer, skandaldaki son hamlesinde Coldplay solistinin eski eşi Gwyneth Paltrow’u ‘geçici sözcü’ ilan etti. Bu hamle, utancı mizaha dönüştürüp bundan faydalanma planının ta kendisiydi.
LinkedIn’e yüklenen kısa videoda Paltrow, izleyicilerin “OMG! What the actual f—?” (“Aman Tanrım, bu da neyin nesi?”) gibi gerçek sorularını görmezden gelerek, karşılık olarak “Evet, Astronomer Apache Airflow’u çalıştırmak için en ideal yer!” diye teknik bir cümle savurdu. “Sosyal medya ekibiniz bu krizi nasıl yönetiyor?” diye sorulduğunda ise şirketin Eylül’deki konferans davetiyesini sergiledi. Bu soğuk, hesaplı oyun—mahcup çiftle dalga geçme çılgınlığını reklama dönüştüren kurumsal bir manevraydı. Peki basit bir yasak ilişki karesi, neden içimizdeki o ilkel kıvılcımı tutuşturarak küresel bir skandala dönüştü?
YouTube’dan İzle
–Schadenfreude: İnsanlığın Kadim Gölgesi-
Romalı şair ve filozof Lucretius, M.Ö. 1. yüzyılda fırtınalı denizde boğuşan bir gemiciyi uzaktan izlemenin “tatlı” olduğunu yazmıştı. Japonlar bunu “hito no fukō wa mitsu no aji” diye özetler: Başkasının talihsizliği bal tadındadır. Bu evrensel duygu, Almanca’da Schadenfreude (zarar‑sevinci) olarak tanımlanır; başkalarının talihsizliğinden ve uğradıkları zararlardan duyulan haz ya da sevinç demektir. Nörobilim bize bu hissin nedenini açıklar: Rakibin düşüşünü görmek, beynin ödül merkezlerini ateşler. Futbol taraftarlarının beyinleri üzerinde yapılan çalışmalar bu olguyu doğrular nitelikte: Rakip takımın yenilgisi, beynimizde küçük bir dopamin patlaması yaratır.
Evrimsel mirasımızda da benzer bir kod var: Başkalarının gerilemesi, kötü duruma düşmesi hayatta kalma şansımızı arttıran bir sinyaldi. Kaynakları daha rahat paylaşma şansı demekti. Bugünün ekran başındaki izleyicisi de, bir CEO’nun paniğe kapılmış yüzüne bakarken o “rahata kavuşma” duygusunu yaşıyor. Kısa süreliğine gülümseten bu haz ise uzun vadede ağır bir bedel ödetiyor: Empati köreliyor, toplumsal bağlarımız erozyona uğruyor. Sosyal psikologlar uyarıyor—sürekli Schadenfreude beslemek, en nihayetinde bizi şüpheci, yabancılaşmış ve katı kalpli kılar. Dijital alay ise, kolektif vicdanımızı yavaş yavaş kemiren zehirli bir asite dönüşür.
–Dijital Linç: Anonimliğin Cesareti-
Sosyal medya, Schadenfreude’nin kadim gölgesini besleyen dev bir megafona dönüşmüş durumda. Anonimlik, yüz yüze asla söyleyemeyeceğimiz sözleri klavyenin ardından kolaylıkla yaymamıza imkân tanıyor; kötü niyetli kullanıcılar da bu ortamda “troll” davranışlara kapılıyor. Saldırı bir kez başlatıldığında, kartopu etkisiyle hızla büyüyor. Astronomer vakasında mahcup bakışlar binlerce caps’e dönüştü; her retweet, linç dalgasına sosyal onay katmanı ekledi. Neticede ortaya, ortaklaşa ama tamamen denetimsiz bir saldırı çıktı—üstelik cellatlar, kalabalık meydanlarda değil, klavyelerinin ardına saklanmıştı.
–Dijital Çağın Cehennemi-
Dante’nin İlahi Komedya’sında cehennem, kibirden ikiyüzlülüğe, oburluktan ihanete uzanan dokuz halkalı bir labirenttir. Bugünün dijital dünyası da benzer bir yapıyı ekrana taşır.
Kibir halkasında, bir çiftin mahrem anına bakarken içimizde beliren “Ben asla böyle bir duruma düşmem” duygusu filizlenir. İki yüzlülük halkasında ise Astronomer’ın Gwyneth Paltrow’lu mizah videosu, skandalı alaycı bir maskenin ardına saklar ve gerçek sorumluluğu gölgede bırakır. Kayıtsızlık halkasında, paylaşılan o “skandal” karelerin ardındaki gerçek insanlar ve kırılan hayatlar görünmez olur. “Paylaş” tuşuna basmak, bu trajedileri yok saymanın modern ritüelidir.
Şunu düşünün: Lucretius’un Antik Roma’sında, sahilde güvende duran izleyici fırtınadaki gemiciyi sessizce seyrederdi. Bugünün “seyircisi” ise bununla yetinmiyor; paylaşıyor, alay ediyor, başkasının düşüşünü kutluyor. Her retweet ve beğeni, bizi kendi yarattığımız kolektif zulmün derinliklerine sürüklüyor. Dante’nin cehennemin kapısına kazıdığı o meşhur uyarı—“Lasciate ogne speranza, voi ch’intrate” (Buradan giren tüm umutlarını geride bıraksın)—bir kez o kapıdan adım atıldığında geri dönüş olmadığını hatırlatır. Dijital çağda, aşağılamayı isteyerek besledikçe ve yaydıkça kurduğumuz tuzağa bizzat kendimiz düşüyoruz. Kendi cehennemimizi inşa ettik ve artık orada, kendi kurduğumuz duvarların ardında mahsur kalan mahkûmlarız.
–Mudita’nın Devrimci Direnişi-
Budist geleneğin mudita kavramı, başkasının mutluluğuna gönülden sevinç duymayı öğütler. Oysa modern dijital linç, Schadenfreude —başkasının tökezlemesinden gelen kısa dopamin patlamaları— üzerine kurulu bir eğlencedir. Mudita ise bu ilkel ödül mekanizmasına meydan okuyan, akıl ve vicdanımızda kök salan bilinçli bir seçimi temsil eder. Dijital linç anonimlikten güç alırken, mudita bize “Bu aşağılanmayı gerçekten hak ediyor mu?” diye sorma cesareti verir.
Astronomer vakasında mudita şöyle tezahür edebilirdi: Skandalı viral bir şova dönüştürmek yerine, istifa eden yöneticilerin neden ağır bir bedel ödediğini sorgulayan —“Neden bu insanları harcadık?” diyen—bir hesaplaşma zemini oluşturulabilirdi.
–Başkasının Düşüşünü İzlerken: Seçim Bizim–
Unutmamalıyız ki, yarın, empati duygumuzu körleştiren ekranların kurbanı bizler de olabiliriz. Seçimimiz hayatidir—mudita (özel hayata saygı), insanlığımızı korur; Schadenfreude (dijital linç) hepimizi cellada dönüştürür. Asıl sorgulanması gereken, ekrana yansıyan o “yasak” sarılıştan çok, onu linç malzemesine çeviren zihniyettir.
Dijital çağda her linç kampanyası iki sonuç üretir: Birincisi spot ışığında geçici bir kurban; ikincisi, kalıcı bir cellat: ve o cellat biziz. Peki aynaya baktığınızda kimin siluetini görmek istersiniz: Merhametsiz bir yargıcı mı, yoksa fırtınalı denizin ardından güvenli limana erişmeyi başaran cesur bir denizciyi mi?
Derya ULUSOY

