BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEKLE ÖZDEŞTİR (3. BÖLÜM)

0

BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEKLE ÖZDEŞTİR (3. BÖLÜM)

KORULAR

KORULARI KORUMADAKİ AMAÇ: ÇEVRE GÜZELLİĞİ

Çevrenin önemli bir özelliği, güzelliği veya çirkinliği ile göze hitap etmesidir. Bu yönüyle çevrenin güzelleştirilmesi, yani estetik bir yaklaşımla değerlendirilmesi taşımaktadır. Zira çevre kirliliğinin bir boyutu da görüntü kirliliğidir. İnsanlar, yemek, içmek, barınmak vb. gibi fizyolojik ihtiyaçlarını giderirken hep çevresini de güzelleştirme ihtiyacını hisseder. Her insan fert olarak gücü oranında dünyayı güzelleştirmeye çalışır.

Ağaç ve yeşillik, toprak, su ve havanın korunması, şehirleşmede belli bir düzene uyulması, temizlik vb. birçok hususla ilgili söz ve uygulamalara da çevreyi güzelleştiren faaliyetler olarak bakılabilir. Türklerin estetik anlayışlarının doğaya yansıyış şekillerinin canlı tasvirlerini bazı Batılı gezginlerin anılarında görmekteyiz. Söz gelimi Boğaziçi’nin Anadolu kıyısında bulunan Hünkâr İskelesi mevkiinden latif bir yer olarak bahsedilmekte, oldukça dar bir ovada meşe ağaçlarının, çınarların, servilerin, dişbudak ağaçlarının, ıhlamur ağaçlarının, karaağaçların insanı dinlenmeye davet eden büyük geniş gölgelerinden bahsedilir. Ayrıca iri, geniş dallı bir ıhlamur ağacının yakınındaki, geniş, güzel bir çayırın sonundaki çeşmeden kol kalındığında akan su da dikkate değer bir nokta olarak belirtilmiştir. Bu hatıralarda Türklerin doğayla nasıl bir uyum içinde oldukları sıkça ifade edilmektedir.

Kültürümüze ait bir unsur olan koruları, özellikle Boğaziçi Korularını korumak ve yaşatmak biz Boğaziçi Sevdâlılarının yaşama hedeflerinden biridir. Bu noktada geçmişten günümüze ağaca, ormana dolayısıyla korulara verilen önemi ve gösterilen duyarlılığı sürekli vurgulamaktayız. Osmanlı Türkleri’nde çevre anlayışı, ağaç ve yeşillik sevgisi ve çevre güzelliği konularında ormana, dolayısıyla doğaya verilen önemi görüyoruz.

Koru kavramı bu bağlamda dikkatimizi çeker. Asıl konumuzu oluşturan Boğaziçi Koruları hakkında genel bilgi verdikten sonra özel olarak her iki yakadan da birer koru belirleyerek bunları yakından inceledik. Anadolu Yakası’ndan Fethipaşa Korusu ile Avrupa Yakası’ndan Emirgân Korusu hakkında bilgi sunmaya çalıştık. Sunduğumuz bilgileri yetkili kişiler ile yaptığımız röportajlar ile destekledik.

FETHİPAŞA KORUSU – KORUNUN TARİHÇESİ

İstanbul’da boğazın Anadolu Yakası kıyısında, Üsküdar ile Beylerbeyi arasında, ismini Orta Çağ’da “Bizans Dönemi” imparatoru II. Justinianas tarafından yaptırılan yaldızlı kiremitlerle süslü kilisesinden dolayı “Chrysokeramos”dan alan Kuzguncuk’un bugünki adını Fatih Sultan Mehmet zamanında buraya yerleşmiş olan Kuzgun Baba adlı bir veliden geldiği sanılmaktadır.

Fatih döneminde Üsküdar kadılığına bağlı bir subaşılıktı. Buradan Nakkaş Paşa bahçesini geçip, Öküz limanından sonra Kaya Sultan Sarayı ve Bağı geçilerek Üsküdar’a giden bir cadde bulunmaktadır. Nakkaş sırtları Kuzguncuk yamaçlarıdır.

Yavuz Sultan Selim’in Tebriz’den getirttiği ulemadan Şeyh Nakkaş Baba’nın burada bir türbesi bulunmaktaydı. Nakkaş sırtlarının ismini buradan aldığı rivayet edilir. İstavroz bugün kısmen Beylerbeyi Sarayı altında kalan eski Bizans kilisesi dolayısıyla bu semte verilen isimdir. Bizans’tan kalma rivayete göre, imparator Konstantin’in bayrak ve âlem olarak kullandığı büyük tahta haçı İstanbul’a yerleştirdiği zaman buraya dikmiştir. İstavroz, saraylar ve mimarisi güzel evlerin bulunduğu Kuzguncuk’un kuzeyindeki denize bakan semttir. Üsküdar’ın kuzeyinden başlayarak bütün sırt ve dik yamaçları kapladıktan sonra Kuzguncuk Tepesi’nde nihayet bulan koru Fethipaşa Korusu’dur. Tarihi bilgilere göre, adını II. Mahmud (1808-1839) ve Abdülmecid (1839-1861)dönemlerinde valilik, elçilik ve nazırlık görevlerinde bulunmuş, Türkiye’de ilk müzenin temeli atmış Tophane Müşiri Fethi Ahmed Paşa’dan almıştır.

Halk arasında “Kuzguncuk Korusu” olarak da anılmış olan Fethi Paşa Korusu, kesif bir ağaç topluluğuna sahiptir. Önceleri 26 hektar yüzölçümünde olan koru, Paşa’nin ölümünden sonra varisleri arasında paylaşılmış, torunlarından Avukat Şevket Mocan korunun kendi hissesine düşen kısmını 1958’de belediyeye devretmiştir. Koru bir süre “Mocan Korusu” olarak da adlandırılmıştır. Daha sonra, İstanbul Belediyesi, peyderpey diğer hisseli yerleri de istimlâk ederek korunun büyük bölümüne, yaklaşık 16 hektarına sahip olmuştur. Bugün Fethi Paşa Korusu’ndan bir duvarla ayrılmış Üsküdar tarafında kalan ikinci büyük parsel, Paşalimanı Korusu veya Demirağ Korusu’dur. Bu bölüm, 10 hektar yüzölçümüne sahip olup, saha bakımlı ve daha iyi durumdadır.

Fethi Paşa Korusu 1960’tan 1980’lere kadar kendi haline terk edilmiş, ağaç ve çalıların üzerlerini, tepelerine kadar sarmaşık ve böğürtlenler sarmış; koru, içinde dolaşılmaz ve gezilmez hale gelmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1985-1987 yılları arasında koruyu bakıma aldırmış, koru içi otomobil ve gezinti yolları, koşu parkurları, ışıklandırma, seyir yerleri ve kafeterya inşaatı, sulama ve içme suyu şebekesinin döşenmesi, telefonun çekilmesi ve binalara bağlanması, voleybol ve basketbol sahalarının tanzimi ve yapılması gibi işler, ihale yolu ile kısa sürede yaptırılmıştır.

Fethi Paşa Korusu, Büyükşehir Belediyesi Bahçeler Müdürlüğü’ne bağlıdır. Çevresi duvarlarla çevrilmiş olup, emniyet altına alınmıştır. İki servis kapısından birincisi Üsküdar-Kuzguncuk otobüs yoluna, diğeri ise tepede İcadiye Mahallesi’ne, Münir Ertegün Sokağı’na açılmaktadır. Koru içerisinde iki ahşap bina mevcut olup, yakın geçmişte oturulmaz duruma geldikleri için restore edilmişlerdir. Bu binalar İstanbul Büyükşehir Belediyesi Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından 1 Mart 1994’ten itibaren restaurant olarak halkımıza hizmet vermektedir.

Korunun sırta yakın, Boğaziçi’ne hâkim, geniş ufku olan bir düzlüğünde bulunan yıkılmış veya yanmış bir köşkün temelleri ile suları küçük bir tepeden aşağıya, blok taşlar arasından dolandırılarak akıtılan kaskatlı havuz ilginç yerlerdir. 1987’de havuz masraflı ve iddialı bir biçimde onarılmış ise de aslına uygun taş malzeme kullanılmadığı ve abartıldığı için restorasyon başarılı olamamıştır. Ancak daha sonra gerekli çalışmalar yapılarak 1995’te şelale ve çay bahçesi adıyla hizmete açılmıştır.

Koruda en çok görülen ağaç türleri; kermes meşesi, defne, akçakesmesi, sakız ağacı, erguvan ve gümüş ıhlamurdur. Bunlardan bir maki türü olan ve en fazla 4–5 m.’ye varan kesme meşesi bu koruda 16–18 m.’ye ulaşmıştır. Korunun yukarı kısımlarında, sırt ve düzlüklerde sıralar halinde dikilmiş kızılçamlar, fıstık çamları, sedirler ve giriş kapısının önündeki düzlük alanda yer alan sakız ağacı, büyük çap ve boylara ulaşmış anıtsal nitelikte ağaçlardır. Koruda ayrıca atkestanesi, saplı meşe, akdut, Trabzon hurması, yalancı akasya, dişbudak porsuk, her dem, yeşil kartopu, Japon taflanı, Japon kadife çamı da bulunmaktadır.

Fethi Paşa Korusu, eşşiz boğaz manzarası ve sahip olduğu zengin bitki örtüsü ve yenileme çalışmalarıyla faaliyete geçirilmiş mekânlarıyla Boğaziçi’nde ayrı bir önem arz ediyor. Korunun içinde, eşşiz zümrüt yeşilinin ardından boğazın derin mavi sularını seyre dalmak mükemmel bir duygudur. İstanbul’da ziyaret edilmesi gereken, ulaşımı kolay, doğal bir ortam… Şehrin taş yapılarının arasında kalmış bir oksijen deposu…

EMİRGÂN KORUSU – KORUNUN TARİHÇESİ

Emirgan’ın kuzeybatısındaki yamaçlar ve sırt üzerinde yer alan koruluk Emirgan Korusu’dur. Osmanlılardan önce, Bizanslılar döneminde Baltalimanı’ndan İstinye Koyu’na kadar uzanan bu arazi parçası büyük bir servi ormanı halinde idi ve yöre “Servili Orman” (Kyparades) ismi ile ün yapmıştı. Osmanlı döneminde de el sürülmemiş, boş bir miri arazi olan Emirgan çevresi, 16. yüzyılın ortasında Nişancı Feridun Bey’e verilmiş, burası bir süre “Feridun Bağçesi”, “Feridun Paşa Bağçesi” diye anılmıştır. IV. Murat 1635’te bu bahçeyi Emirguneoğlu Tahmasb Kulu Han’a vermiştir. Bu tarihten sonra burası “Emirgune Bağçesi” , “Mirgun Bağçesi” veya sadece “Mirgun” diye anılmış, giderek halk ağzında dilden dile değişikliğe uğrayarak “Emirgan”a dönüşmüştür.

19. yüzyılın ikinci yarısında Abdülaziz, Emirgune Köyü’nün gerisindeki büyük arazi parçası ile koruluğu Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya vermiş; hıdiv, kıyıdaki büyük ahşap saraydan başka, sarayın arka bahçesi durumunda olan korulukta birbirinden güzel ve zarif 3 köşk yaptırmış, bunların yakın çevresini de, çok güzel bir park halinde tanzim ettirmiştir. Yüksek duvarlarla çevrili olan koruluk 472.000 metrekaredir.

Koru, İsmail Paşa’nın ölümünden sonra veresesinden Satvet Lütfi Tozan’ın mülkiyetine geçmiş; bir müddet sonra da İstanbul Belediyesi tarafından satın alınmış ve 1943’te halka açılmıştır.

Korudan Boğaziçi’nin görünümü çok güzeldir, tepeye yakın yerde birbiriyle bağlantılı iki gölet, iki su aynası vardır; göletlerin üst kenarında kaskad-grottolar (sünger taklidi dondurma taş) yükselir. Küçük patika, merdivenler ve köprülerle mağaraya girip çıkılır. Koruda hıdivden kalma 3 bina vardır. Bunlardan “Sarı Köşk” şale üslubundadır; 1954’te yangın geçiren köşk onarılmıştır. Ancak tamamı 1979’da Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nca restore edilerek bir katı ve bahçesi kafe olarak açılmıştır. İkinci yapı olan “Pembe Köşk” korudaki yapıların en eskisidir ve klasik Türk evi stilindedir. Bu yapı da 1982’de restore edilmiş, alt katı Türk üslubunda kafe, üst katı Boğaziçi Müze-Evi ve Boğaziçi Kitaplığı olarak halka açılmıştır. Üçüncü yapı, neoklasik üslupta masif bir bina olan “Beyaz Köşk”’tür. Bu bina da Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından restore edilmiş, salonları ile büyük hacimli odaları, klasik müzik icra edilen bir kompleks haline dönüştürülmüştür.

Binaların ve göletlerin çevresi ile koruya dikilen ağaç ve çalı türlerinin sayısı 120’den fazladır. Koru içindeki parkların düzenlenmesinde, yapıcısının etkisi ve zamanın modasıyla Avrupa stili az da olsa görülmektedir. Romantik İngiliz bahçe anlayışı da girmiştir.

Kozalaklı ve iğne yapraklılardan fıstıkçamı, kızılçam, Halep çamı, ağlayan çam, Veymut çamı, sahil çamı, Avrupa ladini, mavi ladin, konik ladin, Lübnan sediri, mavi Atlas sediri, Himalaya sediri, yalancıservi, Japon kadifeçamı, Arizona mavi servisi, kokulu servi, porsuk, Doğu mazısı, geniş yapraklı ağaçlardan da çınar yapraklı Akçaağaç, dişbudak yapraklı Akçaağaç, dağ akçaağacı, Japon akçaağacı, atkestanesi, gülibrişim, adi gürgen, katalpa, çitlembik, mahlep, erguvan, fındık, kırmızı yapraklı Avrupa kayını, sivri meyveli dişbudak, çiçekli dişbudak, sabunağacı, sarısalkım, morsalkım, karayemiş, defne, kurtbağrı, yaprağını döken manolyalar (saray laleleri), beyaz çiçekli her dem yeşil manolya, alevağacı, ateşdikeni, alıç (geyikdikeni), dağ muşmulası, malta eriği, akkavak, yabani kiraz, yalancıakasya, keçisöğüdü, zakkum, salkımsöğüt, gümüşi ıhlamur, Londra çınarı, Macar meşesi, saplı meşe, pırnal meşesi, kermes meşesi koruda oldukça sık ve bol rastlananağaç ve çalı türleridir. Ayrıca İstanbul park ve bahçelerinde, korularında pek az rastlanan türlerden Japon meşesi, Kolorado gümüşi göknarı, Çin mabetağacı, kaymakağacı, Kaliforniya susediri, sahil sekoyası ile kâfur ağacı bu koruda görülebilmektedir.

İstanbul Belediyesi her yıl Mayıs ayında koru içinde bir “Lale Bayramı” düzenlemekteydi. İlk defa 1960’ta gerçekleştirilen bu bayram, laleciliği geliştirmek ve lale yetiştiriciliğini teşvik etmek amacını gütmektedir. Bugün bu bayram “Lale Festivali” adı altında Nisan ayında gerçekleştirilmektedir. “Uluslararası Lale Festivali” geleneksel olarak her yıl düzenlenmektedir.

Koru, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne bağlı bir şeflik tarafından idare edilmektedir.

(devam edecek)

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ/İstanbul Araştırmacısı

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 16 Ocak 2022

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here